Güngören katliamı, medyanın aynılığını yine gösterdi. Sanki hangisi kanlı fotoğrafları daha büyük verirse, o büyük bir gazetecilik başarısına imza atmış olacaktı.
Yatmadan önce arkadaşım Güngören’de bomba patladığını ama önemli bir şey olmadığını söylemişti. Ben de arkadaşımın dediğine inanarak (doğal olarak) önemsiz olduğunu düşündüğüm ve çok uykum olduğundan televizyonu açma zahmetinde bulunmamıştım.
Ertesi sabah işe giderken otobüste her sabah olduğu gibi kendime gelmek için müzik dinliyordum, ta ki ön koltukta oturan amcanın elinde sabahları ücretsiz dağıtılan gazetelerden birinin manşetini görene kadar. Güngören’le ilgili başlığı görünce önceki akşam arkadaşımın söylediği olay geldi aklıma.
Fotoğrafın ne kadarını, nasıl vermeli?
Hiç sevmediğim bir şeyi yapıp kafamı hafifçe öne doğru uzattım ve haberi okumaya başladım. Dünyadan bihaber yaşıyormuş gibi hissedip kendimden utandım. Aslına bakılırsa her insan utanmazdı ama ben o olayı geceden itibaren detaylı takip etmediğim için kendime kızdım. Bir gece önce meğer Türkiye’de yine olaylı bir gece yaşanmış, yürekler yanmış ve dolup taşan gündeme bir yenisi daha eklenmişti.
Otobüsten indikten sonra o ücretsiz gazeteyi alışımı görmeniz lazımdı. Hemen haberi okumalıydım. (Yakınlarda gazete bayi olmadığı için o gazeteye muhtaçtım!) Haberi okurken şoke olmamak elde değildi. Fotoğrafın tüm olayı “aynen” vermesi de ayrı bir haber konusuydu; benim asıl anlatmak istediğim konu da bu: Bu tarz olaylarda basın, fotoğrafları olduğu gibi verme konusunda ne kadar hassas, fotoğrafın ne kadarını nasıl vermeli?
Basın örgütlerinden fotoğraflara tepki!
İşe vardığımda, gözucuyla gördüğüm gazete manşetleri ve manşetlerin hemen altındaki tam sayfa fotoğraflar, o gün gazetelere bakamamama ve dolayısıyla onları okuyamamama neden oldu. Düşündüm ve felaketin boyutunun anlaşılması için illa ki “vahşet” diye nitelendirdiğimiz bu terör saldırısı fotoğrafları aynen verilmeli mi diye sordum kendime. İnsan beyninin görsel algısının yüksek olduğu ve okuduğu şeyi değil gördüğü şeyi unutmadığı, gördüğü şeyi hafızasına daha iyi kazıdığı, sorularıma cevap olarak çıktı karşıma. Ama medya tabii ki insanları en üst seviyede etkilemeye odaklandığı için -özellikle felaket haberlerinde- bu görüntüler verilmeliydi! Fakat ben ve benim gibiler bu fotoğrafların duygu sömürüsü olduğunu düşünüyordu. Nitekim Güngören’deki fotoğraf ve görüntülerin karartılmadan yayınlanmasına, basın örgütleri olayın ertesi günü tepki gösterdi.
“Görüntüler aynen verilmesin isterdim”
Başbakan Erdoğan da medyanın tutumunu eleştirdi. Ardından TGS Başkanı Ercan Sadık İpekçi, “Bu tür olaylarda toplumun psikolojisini düşünmek, Başbakan’ın uyarılarını dikkate almak yerine, sadece temel basın ilkelerine uyulması halinde bile böyle bir manzara ortaya çıkmaz” dedi. Ne güzel de dedi. O gün isterdim ki o görüntüler aynen verilmesin, mozaik yapılsın, karartılsın ama insanların gözüne sokar gibi verilmesin o fotoğraflar.
Tüm medya aynı şeyi yapmıştı. Sanki hangisi fotoğrafı daha büyük verirse, o büyük bir gazetecilik başarısına imza atmış olacaktı. Bir tanesi mi etik kurallara uymazdı, uymadı. Bir de hiç düşünmediler mi, kaybettiğimiz 18 canın ailesi, yakını, arkadaşı ya da bir şekilde yakınını kaybetmiş olanlar için bunlar ne kadar can yakıcıydı?
Bu yazı Radikal Genç’in 5 Ağustos 2008 tarihli sayısında yayımlanmıştır.