Bugün Taksim Piramid Sanat’ta “Sanat, Sansür ve Özgürlük: Bir SEÇİM Meselesi” isimli paneldeydim. Panelin konuşmacıları Bedri Baykam (Ressam-Yazar), Nejat Yavaşoğulları (Müzisyen), Barış Cihanoğlu (Ressam) ve Orhan Aydın (Tiyatro Sanatçısı)’dı. Alanında başarılı ve şimdiye kadar çeşitli mücadelelerde başı çekmiş isimlerden sanat adına, özgürlük adına birkaç kelam duymak beni kendime getirdi.
Aralarında en çok da tiyatro sanatçısı olan Orhan Aydın’ın sesi gür çıktı. Gençlerden çok umutluydu. Şu anda sahneye koyduğu “Sakıncalı Piyade” isimli sevgili Uğur Mumcu imzasını taşıyan kitaptan uyarlama oyununu hiçbir yerde oynayamadığından dert yandı. Tüm tiyatrolar kapılarını bir bir kapatmıştı suratına. Daha sonra üniversitelerde oynamaya karar vermiş ama onlardan da aynı tepkiyi görünce iyice hırslanmış. Herhangi bir üniversitede ücret almadan bir şekilde oynama isteği konusunda kararlı olduğunu hem hareketlerinden hem de cümlelerinden anlamak mümkündü. O kadar yüreğim kabardı ki, ne haldeyiz diye düşünüp durdum panel boyunca.. Sanat icra edilemiyor, dahası var mı?
Konuşmacılardan en genci olan ressam Barış Cihanoğlu, 29 Mart’a kadar Piramid Sanat’ta sergilenen “Kült” isimli sergisinin dışında başka bir amaç için oradaydı. Resimleri Piramid Sanat’ta sergilenmeden önce Şişli Terakki Vakfı Galerisi’nde sakıncalı bulunan resimlerinin nasıl ‘sansür’e uğradığını anlatmak vesilesiyle gelmişti.
“Sansür hep vardı”
Nejat Yavaşoğulları ben kendimi bildim bileli özgürlük, demokrasi ve bu çerçeveye dahil olan birçok kavram adına bir şeyler yapıyor. Ya karşı festivallerde yer alıyor ya da çeşitli topluluklarda ön saflarda görüyoruz kendisini. E tabi bir de “sözlerimi geri alamam” derken hep Nejat Yavaşoğulları var müzik zihnimizde. O da sansürle ilgili ortaokul anılarından birini anlattı: “Resim öğretmenimiz resim dersinde bize kitaptan Van Gogh’un eserlerini gösterirdi. Bazı sayfaları katlanmış, o sayfaları atlardı. Biz de anlamıştık tabi. Bir gün o sayfalar yanlışlıkla açıldı. Öğretmenimiz ‘kusura bakmayın çocuklar’ dedi. Gördüğünüz gibi sansür her zaman vardı”.
Ne de güzel anlattı. Küçükken hiç mi başımıza gelmedi ailecek bir film izlerken öpüşen çiftlere bakmamaya çalışırdık, utanırdık. Ya da gözler kapatılırdı direkt. Bu çok masum bir düşünce. Şimdiki sansürü düşününce bunun sansür mü yoksa tamamen yasaklayış mı olduğu arasında çabuk karar verebilmek kolaylaştı.
AKM, İstanbul kültür sanatının kalbi diyebiliriz. Şu anki durumuna bakıyoruz, kapalı. Çeşitli nedenler dolayısıyla aylar öncesinden kapatıldı. 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesi kapsamında yenilenecekti vs. Hani nerede? Birçok şeyin yok edilmesine uğraşıldığı gibi sanatın, kültürün de yok edilmesi için faaliyetler durdurak bilmeden sürdürülüyor.
Bir şeyler yapalım…
Sinemada kimi filmlerimiz yurt dışında sansür görüyor, kimi filmlerimiz yurt içinde bile gösterecek salon bulamıyor, tiyatro oyunları işte okuduğunuz gibi sahne bulamıyor, ressamların resimlerinde zararlı içerik(!) barındığından sergilenmesi uygun görülmüyor… diye devam ediyor.
Kültür-sanat alanım olduğu için bu konunun yakın takipçisi olmaya bugünden itibaren karar verdim. Aslında ilgi alanı kültür sanat olmayan bir insan olacağını hiç de sanmıyorum. O yüzden bu mücadeleyi gelin birlikte yakından izlemeyelim, bir şeyler yapalım.
Nasıl olacak derseniz de, 27 Mart Cuma günü Dünya Tiyatrolar Günü vesilesiyle AKM önünde toplanıyoruz. Saati henüz kesin değil, netleştiğinde buradan haber vereceğim.
Kültür-sanatımıza ve tabii ki ülkemize sahip çıkmanın tek yolu bir arada olmak.