Nihan Bora

Her şeye rağmen, ‘Hâlâ Buradayız’




Mona Hatoum, İstanbul’daki ilk sergisiyle tedirgin dünyaya rağmen bize ‘Hâlâ Buradasın’ diyor. Şiirsel ve politik bu sergiyi 27 Mayıs’a kadar Arter’de görebilirsiniz.

Beyrut doğumlu ama aslen Filistinli olan Mona Hatoum’un İstanbul’daki ilk sergisi Arter’de açıldı: Hâlâ Buradasın. Çağdaş sanatın dünyaca ünlü isimlerinden olan Mona Hatoum’u, 12. İstanbul Bienali’nden hatırlayanlarınız olacaktır. Kendisi sekiz amazon kadın arasında yer almıştı. Şimdi İstanbul’daki bu ilk kişisel sergisinin alt metninde tedirginlik hissini okumak mümkün. Sergi, Hatoum’un sanatsal üretiminin son yirmi yılına kapsamlı bir bakış sunuyor.

Arter’den girdiğinizde sizi karşılayan çelik kutuların hepsinde bir yara izi var. Bu yaralı devasa çelik yapılar, enkaz halindeki binaları işaret ediyor. Çelik rengi, yani iç karartan bir gri ve savaşı çağrıştıran, savaşa gönderme yapan terk edilmiş, tahrip edilmiş yapılar. En özel çalışmalardan biri de, Hatoum’un sergi için özel olarak İstanbul’da ürettiği ve sarı sismik halkalarla kaplı bir dünya haritasını gösteren yün halı. Halıda, tüm dünya potansiyel bir hedef haline gelmiş ve her an vurulmaya hazır görünüyor.

Çelik çubuklardan oluşan ve bir insan boyutunda sayılabilecek kafesi andıran küre, ekseni dünyayla aynı derecede eğik olarak duruyor. Bu küre, insanın sığabileceği bir hücreye de gönderme yapıyor.


Sergideki favorim olan ve Hatoum’un 2006-2007 yılında ürettiği Misbah isimli eser, bir odada bulunuyor. Bu odaya girdiğinizde tavanda önce bir lambayı görüyorsunuz, sonra bu lambanın döndüğünü ve sonra bu lambanın pirinçten yapılmış bir fener, fenerin ışığından duvara yansıyan asker figürlerini görüyorsunuz. Fener sürekli dönüyor ve döndükçe duvardaki asker figürler, odayı bir savaş alanına çeviriyor! İşte bu sahici ve ürkütücü bir görüntü. Hatoum’un hayal gücünü sanatla başarılı bir şekilde harmanlamasına bu işte fazlaca tanık oluyoruz.

Hikayeyi minimumda tuttuğunu söylüyor Hatoum. Tüm işlerde hikayeler minimumda gibi duruyor ama aslında derin anlatıları barındırıyor hepsi. Örneğin Undercurrent isimli eser, serginin en rahatsız edici işi. Parlak kırmızı kumaşla kaplı elektrik kablolarının oluşturduğu kare şeklinde geniş bir kilim ve bu kilimden kıvrılarak çıkan onlarca kablo, kabloların her birinin ucunda bir ampul. Yanıyorlar, yavaşça sönüyorlar. Ortada yoğunlaşan kablolar, birikmiş bir kanı ve dağınık/kıvrık duran kablolar da sızıntı şeklindeki kanı andırıyor. Işıklar da sinsice yanıp söndükçe sizi rahatsız eden bir şeyler olduğunu hissediyorsunuz.


İşlerin bazılarında saç tellerine rastlıyoruz. Saç tellerini önemsiyor, onların da bir anlatımı olduğunu vurguluyor. Hatoum, altı ay önce bu sergi için araştırmaya geldiğinde Çukurcuma’dan cam bir kutu alıyor. O cam kutunun içine minik, yuvarlak hale getirilmiş saçları koymuş mesela.

Serginin göz dolduran iki önemli eserinden biri, peynir rendesinin paravana dönüşmüş. Bir rende de yatak haline gelmiş. Tırtıklı bir yatak ve elbette rahatsız edici.

Diğer sıra dışı bir iş de, bir tespihin her bir tanesini büyüterek gülleye benzetiyor. Birçok dinde hemen hemen benzer anlamlara gelen tespih, buradaki boyutundan ötürü ürkütücü ve kötülüğe çağrışım yapan bir nesneye dönüşüyor.

Mona Hatoum, günlük hayatta sıkça rastladığımız nesnelerle, tekinsiz olan dünyayı çarpıcı bir biçimde sunuyor.

27 Mayıs’a kadar
Arter

Bu yazı Touch İstanbul Nisan sayısında yayınlanmıştır.
Exit mobile version