Nihan Bora

Mustafa Taviloğlu: “Ancak farklı olursan ayakta kalabilirsin”

1964 yılında Beyoğlu Fitaş Pasajı’nda başlayan, ilklerle dolu bir yolculuk… Türkiye’nin ilk billboard reklamları, ilk baskılı tişörtü, ilk garment wash pantolonları… Mudo, bugün Türkiye’nin en başarılı markalarından biri. Mustafa Taviloğlu ise bu başarılı markanın yaratıcısı olmanın dışında gerçek bir deniz tutkunu, sanat aşığı… Hayatta ne yapıyorsa hepsini doğru ve iyi yapmaya yemin etmiş gibi. Röportaj için buluştuğumuzda aynı anda farklı işleri hallediyor; kimseyi ihmal etmiyor, iyi iletişim kuruyor, gülümsüyor, enerji saçıyor… Başarısının sırrını, “İşimde devamlılığı esas aldım ve mucizelere inanmam” cümleleriyle açıklayan Taviloğlu ile Mudo’dan ve hayattan konuştuk.

Fotoğraflar: Begüm ÖZPINAR

Mudo macerasına 1964 yılında Fitaş Pasajı’nda kiraladığınız 12 metrekarelik bir dükkanda hediyelik eşya ve plak satarak başladınız. O yıllarda aklınızda neler vardı?
O zamanlar bir tanıdık beni, o dönemin en büyük AVM’si sayılan Fitaş’a götürdü. Orada Gürün Han’ın sahibi Doğan ile bir yer tuttuk, ilk mağazamızı açtık. Fitaş’taki mağazada, ne geliyorsa satıyorduk. İşler çok iyiydi. Kadının biri geldi, “Kadıköy’de mağazam var, biraz ürün verin satayım” dedi. Biraz verdik, sonra kendimiz açmaya karar verdik. İlk önemli atağımı, 1969’da gittiğim Paris dönüşü yaptım. Orada, 1968 olaylarına katılan gençlerin kıyafetleri beni çok etkiledi. Gençliğin ne olduğunu orada anladım. Renkli tişörtleri keşfettim. Ben bildiğim şeyi yaparım. 12 metrekarelik dükkanı açtığımda da; bizde ne yok, ne olmamış, ne yapabiliriz diye baktım.

“Hep fark edilmenin peşindeydim”

Böylece Türkiye tekstil sektöründe birbirinden farklı yeniliklerin de öncüsü oldunuz. Paris’in ardından ilk baskılı tişört, garment wash pantolonu yaptınız. Bu fikirler nereden aklınıza geldi?
Şimdiki gibi internet olmadığı için yeni model yaratma şansımız çok azdı. Yabancı markaların neler olduğunu görebilmek adına perakende sektöründen birkaç arkadaşla, Erol Simavi’den rica edip basın kartı alarak Paris’in yolunu tutardık. Fotoğrafçı gibi moda haftalarına katılır, yerlerde sürünerek dünyaca ünlü fotoğrafçılarla defileleri görüntüledik. Defileden defileye koşar, modellerle arkadaşlık yapardık. Jerry Hall ve Inès de la Fressange gibi dönemin ünlü modelleriyle arkadaş olmuştuk. Hatta defileler arası transferimizi onlar yapardı. Kimse aslında ne iş yaptığımızı ve nerede kaldığımızı bilmezdi çünkü bir fotoğrafçının masraflarını karşılayamayacağı otellerde kalırdık. Döndüğümüzde ise çektiğimiz fotoğrafları aramızda bölüşür ve her birimiz kendi modellerimizi yaratırdık. Ayrıca ben her yaz St. Tropez’e giderek rıhtımdaki Amerikalıların fotoğraflarını çekerdim. Onların tarzı bambaşkaydı, çok ilham vericiydi. Hep fark edilmenin peşindeydim. Çünkü ancak farklı olursan ayakta kalabilirsin.

Türkiye, çeşitli dönemlerde farklı nedenlerle ekonomik krizler yaşadı / yaşıyor. Siz bu dönemleri atlatmak için nasıl bir strateji izliyorsunuz?
Yaptığımız işe çok güveniyorum. Türkiye’ye çok inanıyorum. Fırsatlar ülkesinde yaşıyoruz. Fırsatların olduğu ülkelerde riskler de vardır. Bizim iş kolumuzda mağazacılıkta durmak, düşmek demektir.

“Dijital çağ ile birlikte ‘ürün’ önem kazandı”

Son yıllarda kadınların iş hayatındaki varlıkları ve başarıları yadsınamaz. Siz Mudo’da kadın istihdamını ne kadar önemsiyorsunuz?
Hayatın temeli kadın. Kadın olmazsa hiçbir şey olmaz. Kadınlar, şirketimiz için tabii çok önemli. İşin doğası gereği de bu böyle. Öyle birkaç yer var ki, neredeyse birkaç erkek araya sokalım diyoruz. İyi çalışıyorlar.

“Başarımın sırrı omurgayı iyi kurmamdır”

Teknolojinin gelişimi, tüm sektörleri olduğu gibi perakende sektörünü de etkiledi. Siz bu gelişmelerin karşısında mı duruyorsunuz, yoksa teknolojinin sizi beslemesine izin veriyor ve marka olarak kendinizi ona göre mi konumlandırıyorsunuz?
İnternet çarşıyı uzattı. Online ve offline birlikte yaşayarak daha geniş pazarlar oluşmasına katkıda bulunuyor. Lokasyon bazlı yaklaşımlar perakendecilikte eskide kaldı. Dijital çağ ile birlikte ‘ürün’ önem kazandı. Eskiden perakendede işin sırrı lokasyon derlerdi. Şimdi ‘ürün ürün ürün’ diyorum.

Mudo, insana güven veren ve tüketici tarafından sıklıkla iyi yorumlar alan Türkiye’nin en önemli markalarından biri. Bu güveni oluşturmak için nasıl bir yol izlediniz?
Başarımın sırrı omurgayı iyi kurmamdır. Onun dışında mucizelere inanmam. Kimseyi kandırmayı düşünmedim. İşimde devamlılığı esas aldım. Uzun vadeli düşündüm.

Öncü olmak, daha önce yapılmamışı yapmak sizin için ne ifade ediyor?
Öncü olmak veya lokomotif olmak, önde olmayı karşılamaz burada. Öyle bir konsept yaratırsınız ki öndesinizdir, geride kalanların sizin önde oluşunuzdan ne gibi faydalar çıkaracağı o noktada onların bileceği iştir. Bizim en önemli mesajımız budur. Çağdaş ve önde olmak… Değişime açık ve değişimi kolayca uygulayabilen bir firma olmak…

“Kafanıza koyduğunuz hayalinizden vazgeçmeyin”

Sizi Mudo’nun kurucusu olmanızın dışında sanata olan ilginizle de biliyoruz. Koleksiyonerlik maceranız nasıl başladı? Koleksiyonunuza en son heyecanla eklediğiniz eser hangisi?
Ben koleksiyoncu olacağım diye ortaya çıkmadım. Tamamen tesadüfen başladığım bu işten çok büyük haz almam, o işte çok büyük kaliteler görmem, o işin doğru olduğunu hissetmem ve ona gerçek bir mesai vererek takip etmemle doğdu koleksiyonum. Koleksiyon yapmaktan ziyade ben sanat ortamını sevdim, sanatçılarla paylaştığım anlardan hep büyük keyif aldım. Değişik insanları, kültürleri tanımak bana hep büyük haz verdi. En son Contemporary İstanbul Fuarı’ndan Volkan Aslan’un “Selamet” isimli (ahşap tekne) enstalasyonunu aldım.

Sizin yolunuzdan gitmek isteyen, sizi örnek alan insanlara tavsiyeleriniz neler olur?
Kafanıza koyduğunuz hayalinizden vazgeçmeyin. Kafaya koyup yapmak aslında hedefi olmak demektir. Bir hedefiniz olunca ona doğru gidilir.

Exit mobile version