Yüksek / Overspill, üç ‘panpa’nın çoğunlukla İstiklal Caddesi’nde geçen hikayesini anlatıyor. DOT, ilk kez bize bu kadar yakın bir hikaye ile karşımızda. DEVAMINI OKU
Yüksek / Overspill, üç ‘panpa’nın çoğunlukla İstiklal Caddesi’nde geçen hikayesini anlatıyor. DOT, ilk kez bize bu kadar yakın bir hikaye ile karşımızda. DEVAMINI OKU
İrem Tok, seyirciyi karmaşık kent hayatının ortasında durdurup nefes aldıran sergisi, “Rüzgarın Tersi” ile Pilot Galeri’de. Sergi, 27 Nisan’a kadar görülebilir. DEVAMINI OKU
Aziz Kedi ismi uzun zamandır birçoğumuza yabancı değil. Yaratıcı metinlerin ardında çoğu zaman onun ismi saklıydı. Şimdi hayalini gerçekleştirdi, Beyoğlu’nda kendinizi arkadaşlarınızla ortaklaşa kullandığınız bir kütüphanede gibi hissedeceğiniz bir kitabevi açtı.
Dünyada 52 farklı şehirde taciz olaylarına dur demek için kurulan Hollaback, İstanbul ayağı “Canımız Sokakta” ile İstanbul’un taciz haritasını çıkardı. Canımız Sokakta projesini, projenin hukuk danışmanı Nihan Güneli ve program direktörü Ezgi Çinçin ile konuştuk. DEVAMINI OKU
Sıfırnoktaiki’nin yeni sezon oyunlarından ‘AuT’, futbol etrafında dönen gerçek bir aşk hikayesini anlatıyor. Oyunun başrollerindeki Erkan Kolçak Köstendil, Ferit Kaya ve Taner Ölmez’in başarılı oyunculukları dikkat çekiyor.
Geçtiğimiz sezon yenilikçi oyunlarıyla sıkça söz ettik Sıfırnoktaiki’den. Bu sezon yine çok iddialı oyunlarla geldiklerinin müjdesini verelim. Yeni sezon oyunlarından olan AuT, isminden de anlaşılacağı üzere, futbol temelli bir oyun. Temelinde futbol var fakat aslında çok başka bir dünya anlatılıyor oyunda. Oyunun provalarını izlemeye gittiğimde, ekip çok eğleniyordu.
Usulca bir sandalyeye yerleştim ve onları izlemeye başladım. Alper Kul ve Özgür Özgülgün’ün yazdığı oyunu Eyüp Emre Uçaray yönetiyor. Yardımcı yönetmenliğini Heves Duygu Tüzün yapıyor ve sahnenin yıldızları ise; Ferit Kaya, Erkan Kolçak Köstendil, Taner Ölmez, İhsan Ceylan, Sinan Arslan, Barış Gönenen, Volkan Çolpan, Eren Dinler ve İncinur Daşdemir. Oyunun yönetmen ve başrol oyuncularıyla çok detaya girmeden, AuT’u konuştuk.
Oyunun başrolü Jaws’a göre nasıl bir hikaye bu?
Erkan Kolçak Köstendil: Çok büyük bir aşk hikayesi. İnsanın bir şeye aşırı derecede aşkla, tutkuyla bağlı olduğu zaman neler yapabileceğini ve bu aşka sahip olan insanların nasıl kullanıldığını anlatan bir oyun. Bu aşk futbol, takım, renk aşkı ama futboldan öte bir aşk hikayesi var bence.
Ferit Kaya: Bir kaçırma hikayesi. Bir kaleci bir gol yiyor. Yönetim de, -onların diliyle- kalemi kırıyor. Benim oynadığım karakterin adı Sarı. Bir oluşum ve belirli bir hiyerarşi var tribünde.
Jaws nasıl bir karakter?
Köstendil: Takımına tutkuyla bağlı bir karakter. Ve bazı inandığı şeyler var, o inandığı şeyler oyun boyunca kırıldıkça değişiyor.
Futbol nasıl böyle bir aşka dönüştü sizce?
Köstendil: 80’lerden sonra siyasi kimliklerini bir yere bırakmak zorunda kalan insanların futbol tek tutkusu haline geldi. Bu sevginin, bu aşkın nasıl paraya dönüşebileceği ile ilgili bazı insanların, bu aşkı nasıl kullandıklarını anlatan bir hikaye. Bu karakterler aslında mağdur olan karakter.
Oyunun rast geldiği dönem olarak ne düşünüyorsunuz?
Köstendil: Biz oyunu okuma provası yapmaya geldik, 3. okumadan sonra 4. gün provaya gelmeden önce sabah şike mevzuları patladı. Oyuna başlarken, ‘Acaba doğru bir iş mi yapıyorum?’ dersin, ben 4. okuma provasına koşarak geldiğimi hatırlıyorum. 2 sene önce yazılmış bir oyun, sonra revize edilmiş. O yüzden tam üstüne denk geldi diyebiliriz.
Şike olaylarından sonra oyundan bir çıkarma ya da oyuna bir ekleme yaptınız mı?
Eyüp Emre Uçaray: Yok hayır. Futbol çok büyük bir motif oyunu, taraftar olmak çok motif. Ama bakarsanız insanların hayattaki hikayesine dair çok genel bir şeyden bahsediyor. Hayatta birlik olmak istiyoruz, bir yere ait olmak istiyoruz. Bu zaman zaman din oluyor, sol örgüt oluyor. Ama bir şekilde benlikten egodan sıyrılıp, bir yere ait hissetmek, bir yere dahil yaşamak, üzülmek sevinmek istiyoruz. Biraz da bunun hikayesi. O yüzden oyunun içerisinde çok olaylar var. Daha çok Jaws karakterinin çocukluğunda aldığı bir psikolojik darbe sonucunda, taraftarlıkla birlikte kendine bir aile keşfediyor, sonra onu nasıl kaybettiğini anlatan bir hikaye. Bu bir mafya hikayesi değil. Aşk var, korku var. Bunu çok sert yapıyorlar; küfür, şiddet, çok sert bir ilişki. Biraz da erkek dünyası olduğu için olabilir. Ama baktığınızda çok naif bir dünya aslında.
Ben hiçbir zaman anlayamadım o fanatizmi. Oyundan sonra anlıyor muyuz peki?
Uçaray: Biraz içine girmeye çalıştık. Gerçekten ister istemez, en azından nasıl bir yerde aşk olduğunu görebiliyoruz.
Oyundan çıkınca ne hissedecek insanlar?
Uçaray: Kalplerinde bir şey hissetsinler istiyorum. Jaws karakteri çok arada bırakıyor insanı. Ne ona kızabiliyorum, ne onun için üzülebiliyorum.
Neden ismi Aut?
Uçaray: Aut olmasının sebebi, buradaki karakterler biraz kendilerini aut olarak nitelendiriyorlar. ‘Bu da mı gol değil!’ gibiler.
Kaya: Hayatları hep aut olmuş, hiç gol olmamış.
Bu yazı Touch İstanbul dergisinin Eylül 2011 sayısından yayınlanmıştır.
Sosyal sinema platformu olarak son günlerde özellikle sosyal ağlarda gözümüze çarpan Fil’m Hafızası, bildik sinema sitelerinden ayrışıyor. Fil’m Hafızası’nın kurucu ve Baş Editör’ü Öncü Gülmez’le sosyal medyada yaratılan markanın hikayesini konuştuk. DEVAMINI OKU
Dokunaklı şarkı sözleriyle tanıdığımız Feridun Düzağaç, ‘FD7’ isimli albümünü çıkardı. Nahif bir sanatçı olan Düzağaç albümde yine Türkçeyi altüst edip inanılmaz sözler çıkarmış. Albümünü “Bir adam var, aşık olmuş, acı çekmiş, özlemiş ve anlatıyor” diyerek tarif eden Düzağaç’la Türkçenin doğru kullanılması ve yeni albümü üzerine içten bir söyleşi gerçekleştirdik.
FD7’nin bir anlamı var mı?
Yedinci albüm; öyle burç, uğurlu gün gibi şeylerim yoktur ama 7 enterasandır; 7 gün, 7 nota… Hatta tüm zamanlar boyunca en sevdiğim oyuncu Feyyaz Uçar’dır benim. Onun numarasının 7 olması bile açıkçası 7 olsun oldu. Bir de albüm isimleri konuşuluyor, fazla konuşuluyor bence. Öyle bir isim olsun ki, konuşmaya gerek kalmasın çözümüydü FD7.
Nerede bir FD görsek zaten hemen siz geliyorsunuz aklımıza…
FD benim 1983’te lise yıllıklarına yazılan, oradan itibaren kullandığım bir şey. Şarkıdan sonra FD olmadı yani. Feridun Düzağaç’a kıyasla daha kolay söylenen bir şey.
Bu albümde neler var. Güzel sözler var. Özellikle anlatmak istediğiniz nedir bu albümde?
Özellikle anlatmak istediğim bir şey yoktu, hiçbir zaman da olmadı. Yazdıklarımı paylaşmak benimkisi aslında. Söze dayalı bir müzik olduğu ve sözlerinden dolayı ayrı yere konulan bir adam olduğum için bence en belirgin fark, özellikle iki şarkıda denediğim Türkçe. Denediğim derken var olan bir şeyi yeniden yaratmak değil, kendi Türkçe sınırlarımla daha çok oynadığım, kelimelerle daha çok oynadığım bir iki şarkı var.
Hangileri?
Zaten buram buram ‘biz buradayız’ diyorlar. ‘Şekil’ ve ‘Devrik’ var. Aslında ‘Türkçe’yi çok iyi kullanıyorsunuz, çok anlamlı şeyler yazıyorsunuz’ denenden bu sefer aldığım cüretle şımarıklık yaptım ve bir şarkının nakaratı ‘Ben koydum her şeyi, çok zorlandım yoluna’ şeklinde. Devrik bir cümle evet, çünkü o şarkı duygularıyla devrilmiş bir adamın şarkısı. O yüzden benim kendi içimde şu bu yüzden böyle olsun diye tatlı oyunlarım bazen anlaşılıyor bazen anlaşılmıyor ama dinleyicimle ortak noktada buluştuğumuz tek şey gerçekten Türkçe çok önemli ve benim için çok kıymetli bir şey. Benim üslubuma baskın olmuş bir şey, Türkçe ve dilbilgisine saygı.
Yine özlem var ama albümde değil mi?
Çok iki kişilik bir albüm bu. Bütün şarkılar bir ilişki üzerinden bazen özlem, bazen öfke, bazen acı, bazen tutkuyla yazılmış şarkılar. Bu anlamda çok aslında benim bir dönemimin projeksiyonu gibi. Çünkü diğer albümlerde iyi kötü başka dertlere de düştüğüm, sadece kendi kalbim kendi acılarım değil, sokağın derdine düştüğüm şarkılar da oluyordu. ‘Uykusuza Masallar’da bu öyleydi. Böyle nasihatvari şarkılar yazıyordum, Barış Manço tadında, o kadar güçlü olduğunu söyleyemem ama. Bu bir farksa böyle bir farkı var. Bir adam var, aşık olmuş, acı çekmiş, özlemiş ve anlatıyor. Hep öyleydi ama şarkı bazında bunda ististasız oldu.
Şarkı sözlerinizi şiir gibi yazdığınız söyleniyor. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?
FD7 ve bir önceki Uykusuza Masallar’da mülkün olduğu kadar basit yazmaya çabalıyordum. Çok şiirsel bulmuyorum, hep bunu söyledim. Var olan şarkı sözü anlayışından uzakta olması ona başka bir ad koymamızı gerektirmiyor. Türkçe’ye biraz vakıf olmakla alakalı. Günlük hayatta özenerek konuşmaya hatta özenerek düşünmeye bile zaman bulamıyoruz artık. İnsanlar kendi günlük Türkçe’sini yaratıyor. Hele internette facia bir Türkçe var. S yerine z’ler, p yerine b’ler, anlamsız kısaltmalar.. Hayatı ve günlük dili böyle yaşayan insanların benim yazdığı düpedüz basit ve dilbilgisi kurallarına uyularak edilmiş laflarımın şiir denmesi benim için bir onurlandırmadan çok kendileri için bir eleştiri olmalı bence. Normalde Türkçe budur. Televizyon izlerken bu Türkçe’yle karşılaşmaları mümkün. Bazı tartışma programlarında, bazı aydınlardan, profesörlerden, gazetecilerin neredeyse tümünden aynı kelimeleri duymaları mümkün. Hani şairleri takip etmiyorlar, okumuyorlar eyvallah ama sadece düzgün ve kurallara uyularak yazılmış bir Türkçe’ye de şiir demesinler.
İnternetle aranız Twitter’dan anladığım kadarıyla iyi…
Twitter gayet iyi gidiyor. Arkadaşım gibi oldu. O zaten sanıyorum katılan birçok insan için yalnızlığı gidermenin bir başka yolu. Benim için kesinlikle öyle. Gün içinde canımızı sıkan ya da tam tersi çok hoşuma giden şeyleri orada paylaşıyorum. Mutlaka birileri orada bir şey söylüyor. Tanımadığınız ve tanışma ihtimaliniz olmayan insanlarla kısa ve geçici de olsa bir paylaşım yani. Tatsız bir şey de yaşamadım. Biraz zorluyorlar, albümden bahset, konserlerden bahset diye ama onlara da cevap yazıyorum zaten. Ben orada sıradanlığımın peşindeyim. Reklam almıyorum diyorum mesela. Çok da uzun zamanlar geçirmiyorum, televizyon izlemeyi yeğliyorum açıkçası. Hayatımın içinde renk olarak duruyor öyle. Facebook’ta bir Fan Page oluşturuldu. Aynı zamanda iki internet sitemiz birden var artık, ben bu konuda ikna edildim. Sanal ortamda olmak gerekliliğine ikna edildim. Feridunduzagac.com.tr bilindik özellikleriyle dinleyicilerimizle, konserlerimizi, maceralarımızı, bazen projelerimizi paylaşacağımız bir site olarak Nisan’dan itibaren yayında olacak. Birtakım sosyal sorumluluk projelerimiz var.
Müzik piyasasına biraz küskün olduğunuzu duymuştum, doğru mu?
Evet artık müzik yapımcıları kağıt üstünde varlar. Aykut Gürel’in dostane tavrı olmasaydı, haklı gerekçelerle küskünlüğümden dolayı bu albüm ne zaman yayınlanacağı belli olmayan bi tarihe kadar rafa kaldırılmıştı. Ayküt Gürel hiçbir talep beklemeden bana kapısını açtı.
Emeğinizin karşılığını almak kadar güzel bir şey yok ama alamadığınız zaman da canınız yanıyor. Siz emeğinizin karşılığını aldığınızı düşünüyor musunuz?
Bizim emeğimiz değil, biz bir şekilde manevi olarak zaten parayla ölçülemez şeyler yaşıyoruz ama alışverişe gittiğimiz market de bizden para istemese mesela. Oluyor zaten, inanın oluyor. Bir süredir indirim filan yapıyorlar. Bazen takılıyorum, “Hayırdır, sen nasılsa albümü almıyoruz indiriyoruz, param yoktur diye mi düşünüyosun” diyorum, gülüşmeler falan oluyor. Asıl emeğinin karşılığını alamayan ve hayata tutunmakta zorlananlar müzisyenler. Bir şarkı yazarının başucundan çıkıp insanların kulağına gelene kadar geçirdiği evrede çok ciddi profesyonel emek ve destek var.
Feridun Düzağaç röportajı Hürriyet Kampüs gazetesinin 30 Mart 2010 tarihli sayısında yayınlanmıştır.
Adının anlamı hem aydın hem de ’aydınlatılmış’. Ama hikâyesi halen karanlıkta. Başka bir gözle çözülemeyen Münevver Karabulut cinayeti. DEVAMINI OKU
Fotoğraf: Mehmet Turgut |
Yüxexes’in ekiyken müstakil bir dergiye dönüşen Karakalem, iddialı kapaklarıyla da konuşuluyor. Dergiden doğan gezici kumpanyayı ve ekibin alternatif bakışını yayın yönetmeni Altay Öktem anlattı
Sivri dilli bir yazar olarak bilindiğinden Altay Öktem’in seveni olduğu kadar sevmeyeni de çok. Yeni ismiyle Kırkaltı Karakalem olarak yoluna devam eden derginin yayın yönetmeni Öktem’le, gittikçe kabına sığmayan ekibin yeni gezici faaliyeti Karakalem Kumpanya’dan, isyandan ve edebiyattan konuştuk.
Yüxexes dergisinin içinde yer alan Karakalem eki bir zaman sonra dergi haline geldi. Dergi ekibi olarak ‘Karakalem Kumpanya’ ismiyle geçtiğimiz haftalarda Ankara ve İstanbul’da etkinlikleriniz oldu. Karakalem Kumpanya nasıl oluştu?
Karakalem ek olarak başladı ama sonra mecbur kaldık dergi çıkarmaya. Kültür sanat alanındaki merkezi yapılanmanın dışında kalan, onun içine girmek istemeyen ya da isteyip de alınmayan çok fazla genç var. Edebiyat dergilerine baktığımızda hep aynı kadro; sanki her dergi okuru akademisyenmiş gibi yaklaşılıyor. Halbuki liseli, üniversiteli öğrenciler ve edebiyata, sanata eğilim duyan insanlar okuyor bunları. O anlayışla yola koyulduğumuzda, Karakalem her sayı 50-55 yazıyla çıkmaya başladı ve bir tür okul oluştu. Bu sefer dergiden çıkıp bir oluşuma dönüşmeye başladık. Yazar kadrosu aynı zamanda müzisyenlerden, tiyatro oyuncularından, kısa filmcilerden oluşuyor. Öyle bir oluşum meydana geldi ki kabına sığmamaya başladı, derginin içeriğinde ne varsa onu da ortaya koyarak böyle geniş bir kumpanya haline getirdik.
Kumpanya’da ne tür kültür sanat etkinlikleri var?
Geçen haftalarda Ankara’da yaptığımız etkinlikte panel, şiir dramatizasyonları, kısa bir konser olarak üç buçuk saatlik bir performans yaptık. Sonra İstanbul Vertigo’da dokuz saate yayılan geniş bir etkinlik oldu. Burada da beden dilinin kullanıldığı bir dans tiyatrosu gösterisi vardı, yazarlarımızdan Rafet Aslan ve Şebekesi bir performans sergiledi. Küçük İskender, Kadir Aydemir şiir panelinde konuştular. Nejat Yavaşoğulları, Sakin grubundan Onur, Ogün Sanlısoy rock müzikle ilgili panelde bir araya geldi. Nilüfer Açıkalın, Gökhan Dabak’la bir konser verdi. Mehmet Turgut, Foto Dark gösterisi sundu. Ciddi konular konuşuldu ama bir yandan illüstratörler de duvarlara bir şeyler çizdiler.
Karakalem Kumpanya başka şehirlere de uğrayacak değil mi?
Evet. Nisanda Bursa ve Eskişehir, sonra İzmir var. Kocaeli’den teklif geldi, gitme planımız var.
“Yazar takımı beni pek sevmez” diyorsunuz. Neden sizce?
Türkiye’de her şeyin belli bir kalıbı var. Mesela şairin bir şair duruşu, konuşma tarzı var. Onların dışına çıktığınız zaman ister istemez bir tedirginlik yaratıyor. ‘Bu da bizden ama tam olarak içimizden de değil; bir tuhaflık var gibi’ diyerek yaklaşıyorlar bana. Mesela şu bile bir kalıptır: “Şiir dikenli bir yoldur, şiir yazmak insanın kendine acı vermesidir.” Aslında şiir eğlenceli de bir şey; ben çok keyif alıyorum. Bunu söylediğin zaman bile bir anda o güne kadarki ezberi bozuyorsun. Bu, karar vererek olan bir şey değil. İyi sanatçı sanki ergenlik döneminde takılıp kalandır gibi geliyor bana. Çünkü orada bir isyan vardır; ailene, çevrene, topluma, okula… Tabii ergenlikteki hormonal bir durum. Ergenlikten sonra bunu atlatırsın ve işine, ailene, çevrene uyum sağlarsın. Ama eğer o dönemde takıldıysan, kendinle ve sistemle uzlaşamıyorsan sürekli bir arayış içinde, bir şeylerle mücadele halinde olursun.
Bu isyan duygusu özellikle kime, neye karşı?
Mesela bende her şeye karşı olduğu için, başta kendime karşı… Kendimden hiçbir zaman hoşnut olamıyorum. Sonuçta sen kendini yiyip bitiriyorsun ama onun tortusu halinde kalan üretimler de bir şekilde başka bir şeye dönüşebiliyor. Sanıyorum iyi bir şeyler üreten herkesin içinde isyan var.
Bu tavrınızdan ötürü ağır eleştiriler alıyorsunuz. Hatta size ve başka yazarlara da karşı hakaret edilen gruplar kuruluyor. Sizi rahatsız etmiyor mu bunlar?
Çok eğleniyorum, hoşuma gidiyor. Asıl bunlar olmasa rahatsız olurdum. O zaman boşa çaba harcıyorum ya da yazıyorum ama kimsenin dikkatini çekmiyorum gibi olurdu. İnsanların rahatsız olması, dokunduğum noktalarda etki yarattığımı gösteriyor. Amacım da etki yaratmak zaten.
Marjinal tarafından hayata bakışKarakalem dergisinin kapak fotoğrafları etkileyici prodüksiyonlar oluyor. O isimleri nasıl seçiyorsunuz? Genelde bildiğimiz ünlüleri farklı hallerde görüyoruz çünkü…
Genelde dergideki dosyalara, yazılara göre ayarlıyoruz kapak resimlerini. Yani ya önceden yazıya göre planlıyoruz çekimleri ya da aramızda, Mehmet Turgut’la konuşup nasıl bir konsept uyarlasak, hangi tarihi kişiliği kullansak fikriyle hem kapak resmi hem de o ayki işleyeceğimiz konu aynı anda belirleniyor. Tabii seçtiğimiz isimlerin, o kişiliğe veya konsepte sıcak bakması da önemli. Bu konuda bir problem yaşamadık şimdiye kadar. Çünkü seçtiğimiz isimler için de değişik bir deneyim olduğunu düşünüyoruz.
Diğer edebiyat dergilerinden farklı bir yol çiziyorsunuz. Bunu neden tercih ettiniz?
Karakalem sadece edebiyat dergisi değil, hayata daha marjinal tarafından bakan tüm kültür sanat alanlarına aynı mesafede bir dergi. Bu yüzden fotoğraf, illüstrasyon gibi görsel sanatlar da bizim için önem taşıyor. Diğer edebiyat dergilerinden farklı olması, daha uç, daha sert metinlerin cesurca yer almasıyla ilgili. Farklı bir kanal açılıyor burada yazan genç kadroyla…
Fotoğraf: Muhsin Akgün |
Bu haber 17 Ocak 2009 tarihinde Radikal Cumartesi’de yayınlanmıştır.
Biri Kürt, biri eşcinsel, biri türbanlı üç kentli kadın… Türkiye”nin “çirkinleri” üzerine söyleyecek lafı olan “Çirkin İnsan Yavrusu”, Oyun Deposu ekibinin fark etmeden besledikleri önyargılarla hesaplaşmasına vesile olmuş