Nihan Bora

Babamın Cesetleri: Bir ailenin hazin öyküsü

Berkun Oya’nın yeni oyunu Babamın Cesetleri, seyirciyi bir baba-oğul hikayesine öyle bir dahil ediyor ki, oyuna bir mendille girmenizi tavsiye ederiz.

Posta kutumuza Krek’in yeni oyun bülteni düştüğünde oldukça heyecanlanmıştık. Sessiz sedasız çalışan ve yeni oyunlarıyla ilgili asla sır vermeyen Krek’in yeni sezon oyunlarından biri Berkun Oya’nın yazıp yönettiği Babamın Cesetleri idi.

İlk gösterim tarihindeki yerimizi ayırttık, başladık beklemeye. Oyun günü gelip çattığında, Santralistanbul’a da erken gittik. Soğuk bir sonbahar akşamıydı, hafif yağmurlu. Krek binası kalabalıktı. İçeri girip beklerken duvardaki Babamın Cesetleri afişi takıldı gözümüze. Afiş, oyunla ilgili pek fikir vermiyordu ve bu durum heyecanımızı üçe beşe katlıyordu.

Nüfus cüzdanlarımızı verip kulaklıklarımızı aldık, bir camla ortadan ikiye ayrılan salona kurulduk. Kulağımıza gelen tatlı bir müzik eşliğinde beklemeye koyulduk.

Camın ardındakiler

Bizim ışıklarımız sönüp camın ardındaki ışıklar yandığında, bir yoğun bakım odasına uyanıyoruz. Bu sahne alışık olmayanlar ve etkilenenler için pek iç açıcı olmayabilir, baştan uyaralım. Tüm oyun, bu yoğun bakım odasında geçiyor. Yoğun bakımda yatan baba (Şerif Erol) ve büyük oğlunu (Kaan Taşaner) görüyoruz önce.

Hayatı, dünyanın dört bir yanındaki çatışmalarda fotomuhabirliği yaparak geçen babanın o hastanede olmasının çok ulvi bir görevi var esasında. Ölüm döşeğindeki baba, ailenin bir araya gelmesini sağlıyor ya da tam tersi dağılmasına neden oluyor. Defalarca vurulan, felç kalan bir baba ama mesleğine olan aşkı onu asla durduramıyor. Küçük oğlu (Öner Erkan), eşiyle (Defne Kayalar) ile hastaneye geliyor. Küçük oğlu, ona çok öfkeli. Bu öfkenin sebebini oyunun ilerleyen dakikalarında daha da iyi anlıyoruz. Baba, mesleği aşkına 35 yıl boyunca ailesinin yanında olmadığından, küçük oğul da ona kızgın… Gelin, orta yolu bulmaya çalışıyor, onun her şeye rağmen babası olduğunu ve onunla barışması gerektiğini söylüyor. Ama nafile…

İki kardeş de pek iyi geçinemiyor. Ağabeyin bir türlü çekemediği filmle dalgasını geçen kardeşi, kendi gerginliği ağabeyinden çıkarmaya çalışıyor. Bu noktalarda birbirleriyle tartışmaları ve her iki oyuncunun da gerçekçiliği yansıtmaları açısından başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Öner Erkan’ın o esprili tavırlarının ardındaki dram oyunculuğunun da oldukça güçlü olduğu gözlerden kaçmıyor.

Ağabey-kardeş oyun boyunca didişiyor. Tam o esnalarda baba, uykusundan uyanır gibi oluyor. Her ikisi de olduğu halde kalıyor, babalarının yanına yaklaşıyor ve sonra her şey yine başa dönüyor. İki kardeş tartıştıkça babanın yaşam belirtisi göstermesi biraz yapmacık durmuş ama yine de oyuna öyle bir kaptırdığınız anlar ki, olmayacak şey değil gibi hissedebiliyorsunuz.

Oyun ilerledikçe ailenin, yepyeni yüzleri çıkıyor ortaya. Aslında ailede olaylar başka bir boyuta ulaşmış. Gelin, bir türlü ilk filmini çekemeyen yönetmen eniştesiyle bir ilişki yaşıyor. Kimsenin bilmediği ama aslında herkesin bildiği bir ilişki…

Küçük oğul ve eşinin bir de kız çocukları var. Bu kız çocuğu dedesini çok seviyor. Fakat bir gece eşi, adamı torununu çalışma odasında çırılçıplak kucağına oturtmuş severken yakalıyor. İşte oyunun bu noktası seyirciyi aklında birçok soru işaretiyle bu sefer başka yere taşıyor.

Küçük oğul da çok masum değil. O da eşini aldatıyor. Eşi de bilmiyor sanıyor ama o da her şeyin farkında. Hepimizin gizlediği, kimsenin bilmediğini sandığımız şeylerin esasında apaçık ortada olduğunu hissetmemize neden oluyor bu sahneler.

Şiir gibi bir oyun

Berkun Oya’nın metinleri her zaman çok bizden ve çarpıcı oldu. Bu oyunda da çok bizden bir hikaye anlatsa da; metinlerin, diyalogların şiir gibi akması oyunun belki de etkileyiciliğini üst noktaya taşıyan en önemli unsur. Baba oğlun konuşmaları öyle sahi ki, içimize dokunan ve gözyaşlarımızı biriktirmeye başlayan durumlar oyunun sonuna yaklaştıkça başlıyor. Öyle ki, kimi zaman konuşmayıp bakıştıkları zaman bile, -yine Berkun Oya’nın oyuncu yönetimindeki başarısından- öyle iyi konuşuyorlar ki, havada uçuşan görünmez sözcüklerin esiri oluyoruz. Oya’nın oyunun aralarına serpiştirdiği ve çoğunlukla bu esprileri Öner Erkan’a vermesi çok yerinde olmuş.

Baba bir an ayılıp bir hikaye anlatıyor, küçük oğlu ve gelini odadayken. Meslek hayatındaki zor anlardan bir kesit sadece, Ruanda’dan anlattığı anısı. Çocuklar, askerler, ölüm ve acı var bu hikayede. Ama ölüme en yakın olduğu an bile ailesini hatırladığını, düşündüğünü söylüyor baba. (Bu bölüm biraz uzun kalmış ama tasvir edebildiğimiz ölçüde o anı yaşayabiliyoruz.) Bu cümleler küçük oğlanın içine dokunuyor ama hiç belli etmiyor, bu hikayelerin onlarcasını dinlediğini söylüyor eşine, yalan söylüyor. Bu hikayeyle birlikte buzlar erimeye başlıyor. Eşinin de zorlamasıyla babasına bir şans daha veriyor oğlu. Yoğun bakım odasının hemşiresi rolündeki Özge Özel’in de, gerçek bir hemşire gibi umarsız davranmasındaki başarıyı da es geçmemeli. Doktor rolündeki başarılı oyuncu Ulaş Tuna Astepe’yi de unutmamak lazım, doktorluk yakışmış.

Baba, iyice kendine geldiğinde oğluna öğütler vermeye başlıyor. “Korkma ağla” diyor, “İnsan ağladığında korkmaz, korkmadığı için ağlar”. Dışarı çıkıp hava almak istiyor baba. İnatlaşıyor, küçük oğul yardım ediyor ona kalkması için. İşte oyunun, o ana tuttuğunuz gözyaşlarınızı akıtmanız için en uygun anı… Baba-oğlun sarılması ve o kulaklıklarımıza ulaşan kalp atış sesleri…

Anne de geliyor bir ara ama sesini duyabiliyoruz, odaya girmek istemiyor. Zira, baba o malum akşam evden çıkıp bir otel odasında kaldığında ayağı kayıp düşüyor ve bu yüzden yoğun bakımda. İkisi de birbirini merak ediyor. Adam karısını soruyor, ne yapıyor diye; karısı da onu. Karısı, “Evin çatısını onaracaktı, gelsin onu yapsın” diyor. Böyle küçük, naif istekler…

Nihayetinde, herkesin hesaplaşmasını bu yoğun bakım odasına sakladığı bir oyun bu. Bazı kötü olaylar, yıllardır birikenlerin ortaya dökülmesine vesile olur. Bir baba-oğlun ve aslında aile bireylerinin kişisel hesaplaşmaları var Babamın Cesetleri’nde, gözyaşlarına hakim olamayanlar kafilesindeyiz biz de…

BABAMIN CESETLERİ

Yazan ve yöneten: Berkun Oya
Oynayanlar (alfabetik sırayla): Defne Kayalar, Kaan Taşaner, Öner Erkan, Özge Özel, Şerif Erol, Ulaş Tuna Astepe
Prodüktör: Nisan Ceren Göknel
Işık: Cem Yılmazer

2, 3, 4, 5, 9, 10, 11, 12
16, 17, 18, 19, 23, 24, 25, 26
30, 31 Ocak 2013

20:30

Krek / Santralistanbul

Bu yazı Touch İstanbul dergisi Ocak sayısında yayınlanmıştır.

Exit mobile version