Nihan Bora

Sahnelerdeki asiler / Vogue Ocak

Bloga özel bir giriş: Vogue, benden ortak noktası olan üç oyun derlememi istediğinde izlediğim onlarca oyun arasında ortak noktası olan oyunlar vardı elbet. Fakat ilk aklıma gelenlerden biri ‘asi’ karakterlerin olduğu bu üç oyundu: Mi Minör, Kozalar ve Babamın Cesetleri.

Ayın görmeniz gereken üç asi oyununu seçtik. Onlar; yıllarca meslek aşkı uğruna ailesini ihmal eden bir babaya, akşam 8’den sonra evden çıkmayı yasaklayan başkana ve memlekette olan biten tatsız olaylara karşı öfkeliler…

Mi Minör / Fotoğraf: Erbil Balta
Mi Minör: Asilik başa bela!
Meltem Arıkan’ın yazıp Memet Ali Alabora’nın sahneye koyduğu Mi Minör oyunu, sahnelenme biçimi açısından hiç alışık olmadığımız bir seyir sunuyor. Oyuna dahil olmak isteyen seyirciler, oyun alanında ayakta sürekli hareket ederek oyunu izleyebiliyor. Bunu tercih etmeyenlerse tribünden olan bitene tanıklık ediyor. KüçükÇiftlik Park’ta yer alan kışlık çadırda sahnelenen oyun, Pinima isimli bir ülkede geçiyor. Bu ülkenin bir Başkan’ı var, rolü Memet Ali Alabora canlandırıyor. Kitleleri peşinden sürükleyen bu Başkan, her sabah uyandığında ülkeye yepyeni bir yasak ya da kural getiriyor. Toplumun birçoğu da Başkan’a ‘itaat’ ettiği için koyduğu tüm kuralları sorgusuz-sualsiz uyguluyor.
Her toplumda en az bir muhalif olmazsa olmaz, bu oyunun muhalifi de sokak piyanistini canlandıran Pınar Öğün. Başkan önce notaların bir kısmı gereksiz olduğu için yasaklıyor, sonra da piyanoları küçültüyor. Yasaklar ya da kurallar da göz yumulabilir cinsten değil; 8’den sonra kadınların dışarı çıkması yasak, telefonlar açık açık dinlenebilir diyor. Piyanist de, defalarca uyarılmasına rağmen halkın gözünü açmak için arkadaşlarıyla müzikli gösteriler yapmaya devam ediyor. Fakat çabalar sonuçsuz kalıyor, hapsi boyluyor. Pinima ülkesinin asi piyanisti belki hapsi boyluyor ama çarpıcı bir sonla seyirci allak bullak oluyor. http://miminor.net/tr

Kozalar
Kozalar: Eğlendiriyor ama rahatsızlık da veriyor!
Adalet Ağaoğlu’nun yazdığı Kozalar’da, üç kadının beş çayındaki sohbetlerine konuk oluyoruz. Kadınlar; dinine bağlı ama dedikoduyu fişekleyen, asi; bilgiçlik taslayan ve ailesini kısıtlayan; süslü, histerik ve çocuğu olmadığı için diğerlerini kıskanan karakterlerden oluşuyor.
Birbirlerine sahip oldukları her şeyden; meziyetleri, mülkleri, kocaları ve çocuklarından bahsediyorlar. Olan biten her şeye bir yorumları var. Başta Tarlabaşı’ndaki insanları eziyorlar. Sonra dışarıdan bir ses geliyor, müzik önce hoşlarına gidiyor. Sonra bir bakıyorlar ki, şarkı Kürtçe. Hemen suratlarını ekşitip susuyorlar. Üç farklı kadının bu tavırları seyirciyi önce rahatsız ediyor. Sonra aslında oyun içinde oyunda ya da tam da gerçeğin ortasında olduğumuzu anlıyoruz. Gündelik hayatta bizzat yaşadığımız, yaptığımız, dediğimiz şeyler yüzümüze vuruluyor. Aybike Esin Tumluer’in sahneye koyduğu oyunda, Tumluer ‘asi’ karakterini gayet iyi canlandırıyor. Adalet Ağaoğlu’nun 70’li yıllarda yazdığı bu metin, dönemine göre oldukça cesur. Tumluer de oyunu, gündemimizdeki konularla iyi bir harman yaparak sahneye koyuyor. http://mekanarti.com/mekanarti/

Babamın Cesetleri

Babamın Cesetleri: Hesaplaşmanın sonu
Berkun Oya yazıp yönettiği yeni oyunu Babamın Cesetleri’nde, bir ailenin birbiriyle ama en fazla baba-oğlun hesaplaşmasını anlatıyor. 35 yıl fotomuhabirlik yaparak dünyanın her köşesinde maceradan maceraya koşan, ölümle defalarca burun buruna gelen ve mesleğine duyduğu aşkı, ailesine tercih eden bir baba. Bu rolü Şerif Erol üstleniyor. Küçük oğlan, babasının yokluğuna zor alışmış ve alıştıktan sonra da onunla iletişimi tamamen kesmiş, ta ki bir kız çocuğu olana kadar.
Olaylar, alışageldiğimiz Krek sahnesi olan camın arkasında, bir hastane odasında geçiyor. Baba yoğun bakımda, anne hariç ailenin tüm fertleri odada. Orada olduğu için ve babasıyla ‘yüzleşmek’ zorunda kaldığı için Öner Erkan sinirli ve gergin. Babasına karşı öyle öfkeli ki, dilinde sürekli babasının ölmesini isteyen cümleler… Erkan’ın farklı ve etkileyici bir rolü üzerine çok iyi giydiğini hissediyorsunuz. Babanın yoğun bakımda ayıldıktan sonra anlattığı anıları, yavaş yavaş oğluyla arasındaki buzları eritmeye başlıyor. Krek’in odadaki en ufak hışırtıyı duymamızı sağlayan kulaklığıyla baba-oğulun sarıldığı ve kalp atışlarının bize ulaştığı an, seyirciye hislenmek, gözyaşlarını tutmak ya da akıtmak kalıyor. Asilik de bir yerde son bulabiliyor… http://www.krek.net/
Bu yazı Vogue Ocak sayısında yayınlanmıştır.  
Exit mobile version