Elif Şafak’la ilgili önyargılarım var. Henüz yargıya dönüşmemiş halde bekliyorlar. Dün, hakkında bir fikir edindim ama gerçek anlamda bir yargıya varmam için birkaç kitabını okumam gerektiğini düşünüyorum.
Sabit Fikir Edebiyat Dergisi ve İstanbul Modern’in ortaklaşa düzenlediği ‘Sözünü Sakınmadan’ söyleşilerinin üçüncü konuğuydu Elif Şafak. Murathan Mungan ve Hakan Günday ile başladı bu söyleşiler. Onlarla ilgili de notlar almıştım elbette fakat Mungan ve Günday’ın sihirli sözcüklerini kendime saklamayı tercih ettim.
Neyse. Baştan belirteyim. Elif Şafak’ın henüz bir kitabını okumuş değilim. Bit Palas, Mahrem ve Pinhan okumayı dilediklerim. Fakat her niyetlendiğimde önyargıma yenik düştüm. Önyargı nedenlerim sanırım Aşk kitabıyla başladı. Çok göz önünde olması okumama nedenlerim arasında ilk sırada. Bir yazarın kitabını yazdıktan sonra kendini ifade etmesi gerekliliğine inanmıyorum, en azından bu kadar ‘bağıra bağıra’ gerektiğine inanmıyorum. Tabii kendi tercihi. Zira bu konuyla ilgili fikirlerini de dün söyledi Şafak. Başlıkta bahsettiğim yalnızlık meselesini de üçüncü videodan izleyebilirsiniz.
E. Şafak: “Hayal gücümün geniş olduğunu söylerler.” Bu cümle Bit Palas kitabının ilk cümlesi. Dün buna benzer şeyleri de çok tekrarladı. Kitaplarını yazarken oradaki karakterler olduğunu ve kitabı bitirince onlarla vedalaştığını…
Söyleşiye dair kısaca hislerimi söylemem gerekirse, sanki hazırlanılmış cümleler ve çok klişe cevaplar vardı. Ne Murathan Mungan’daki o aniden akla gelen kelimelerdeki samimiyeti ne de Hakan Günday’ın ‘bu konuda hiçbir fikrim yok’ demesindeki samimiyeti görebildim onda.
Semih Gümüş’ü ‘intihal’ ve Ömer Türkeş’i de ‘çok röportaj verme’ konusundaki sorularından ötürü tebrik ederim. Cevapları yazıyı taçlandırdığım videolarda.
Yabancı dilde yazma mevzusu üzerine:
[youtube http://www.youtube.com/watch?v=I_7q4Z7K_VU]
İntihal meselesi üzerine:
[youtube http://www.youtube.com/watch?v=QmJOpAFCu8E]
Kitap çıkardıktan sonra verdiği röportajlar ve yazarların yalnızlığı üzerine:
[youtube http://www.youtube.com/watch?v=Nf6oEiCjJ8M]
[youtube http://www.youtube.com/watch?v=tHiP5U12TXM]
Mini not: Buraya kadar okuyana söylemeliyim ki, başlık yazmakta zorlandığım yazılardan biriydi. Niye bu kadar zorlandım onu da bilmiyorum. Sonra da konuşmalarından magazinsel ve sıradan olmayan bir cümlesini alıverdim.
Fotoğraflar: Nihan Bora
sayın nihan bora,
şafak'tan okumayı dilediklerinizden “mahrem” ve “pinhan”ı, ve ayrıca da “şehrin aynaları”nı tavsiye ederim: şafak'ın “medyatik” olmadan önceki kitapları bunlar. ve çok iyiler.
o zaman bu kitapları okurken ne kadar keyif ve haz aldıysam, bugün şafak'ın “yüzünü” gördüğümde o kadar irkiliyorum; o kitapların yazarı bu hanım mı diye!
bence müthiş bir dönüşüm; ne yazık ki olumsuz anlamda.
son yıllardaki elif şafak imajının “tasarlanmışlığı” ve samimiyetsizliği beni ne kadar tedirgin etse de; o ilk dönem kitaplarını yazmış olan birisinin, hele de ortalıkta ve herkesce bilinen başka bir yazardan kopya çekeceğini düşünmek de bir o kadar fesatca ve “planlı” bir hareket.
şafak'tan okumayı dileğiniz kitapları bir an önce okuyun. eminim çok seveceksiniz. diğerleriniyse, okumasanız da olur…
ve ne olur; hiç bir kitabını okumadığınız birisi hakkında, hele de bir kültür-sanat yazarıysanız, önyargılarınız olmasın…
merhaba danzon,
bahsettiğiniz kitapları ilk fırsatta okuyacağım. bu tavsiye sizden geldiğinden ayrıca önemli benim için.
aslında benim önyargım kitaplarına değil, siz yazınca düşündüm biraz. benim önyargım -ve muhtemelen kitaplarını okuduktan sonra da devam edecek yargım- kişiliğiyle alakalı. yani bir kitap çıkarınca ben o yazarı her yerde görmek istemiyorum, hatta mümkünse hiç görmek istemiyorum. ben elif şafak'ın sizin bahsettiğiniz kitaplarını okuduktan sonra da, tıpkı sizin bir dönem sonra değişti dediğiniz gibi düşüneceğim ve bir yargıya varacağım. yani okumuş olsaydım da, okumamış olsam da duruş bakımından aynı hislerim baki kalacak.
yapıcı eleştiriniz için ayrıca teşekkürler. selamlar.
Sayın Bora,
Ben de yazarların medyada çok görünmesini sevmeyenlerden biriyim.
Fakat kim bilir, belki Elif Şafak kendisini ecnebi meslekdaşı J.K. Rawling'le aynı işi icra ettiğini düşündüğü için bu kadar görünür olmayı tercih ediyordur. Belki kalabalıktan sıyrılmış bir yazar olmanın yolunun, ilginç yerlerde ilginç açıklamalar yapmaktan geçtiğini düşünüyordur?
Son haftalarda gitmek isteyip de vakitsizlikten ötürü kaçırdığım ikinci 'randevu' buydu. (Hakan Günday'ın ki ilk sırada.) Sen gitmişsin, bizlerle paylaşmışsın biz de keyifle (kısmen de olsa) seyretmişiz. Epey de hoş olmuş hani, emeğine sağlık.
E.Ş'yi yıllardır takip ederim. Kendisine nötr bir bölgede durmakla birlikte yine de vasatın epey üzerinde seyrettiğini düşünüyorum. Tarzındaki değişimi vurgulayanların, 'içeriğe göre dil/tarz' değiştirdiğini görmemeleri açıkçası ilginç.
İntihal olayını vurgulayanların kaçının ilgili kitabı (Zadie Smith'in White Teeth) okuduğunu gerçekten çok merak ediyorum. Çünkü benzerlik olmakla birlikte kesinlikle bir intihal yok. En aşırısı esinlenme olabilir ki, bunun neresi suç orası da ayrı konu. Orhan Pamuk'un Kara Kitap'ı (ki bence zirve noktasıdır) ile Oğuz Atay'ın 'disconnectus erectus'u arasındaki ilinti ne kadarsa bu da o kadardır. Hatta değildir bile. Sadece temadan yola çıkılarak intihal suçlamasında bulunmak işin özüne vakıf olamamaktır bence. İntihalin en bariz dışavurumu, iki eseri de okuduktan sonra, 'keşke bunu boş yere okumasaymışım' eleştirisidir ki, en azından bende bu tür bir düşünce kesinlikle oluşmadı. Hatta bana kalırsa İnci Dişler'den ziyade Z.Livaneli'nin 'mutluluk' romanı ile çok daha benzer nefese sahip İskender.
Gelelim bir diğer eleştiriye: 'Türk toplumunu aşağılarsan Batı'da kabul görürsün.' Bu sav iki ayağı aksak, sadece teki düzgün bir tabure gibidir. Üzerinde oturmak imkansız olmamakla birlikte, hayli güçtür. Evet; Batı kayırır ancak bunun için önce muhatabının kalitesini baz alır. Demem o ki, Şafak'ta iş olmasa kimse Türklere sövdü diye onu gereğinden fazla cilalamazdı. Kaldı ki ne İskender'de ne de diğer kitaplarında Türklere yönelik 'aleyhte ve dayanaksız' bir tutuma da girdiğini düşünmüyorum. Ne ise onu yazıyor. Dahası İskender'i baz alacak olursak İngiliz toplumuna eleştirileri çok daha fazla ve yoğun. Ama Türk yapısına eleştirileri açıkken, İngilizlere daha istihzai bir dil kullanmış. (Bunu özellikle kitabı İngilizce okuyunca anlıyoruz.)
…bunun sebebi İngiliz toplumunda alayın aşağılamaya, istihzanın ise zekaya dönük durması. Türk toplumunun bu ikiliye yüklediği kavramsal açılımsa neredeyse zıt denilebilecek ölçüde farklı. Haliyle ince ama ölümcül detaylar kaçırılıp da, bu tür yorumlar yapılınca insanlar da Şafak'ın haksız yere hakkına girmiş oluyorlar. Elif Şafak delicesine arayışta olan bir yazar. Her başarılı yazar kadar da uçlarda. Onu (yahut diğer tüm başarılı yazar yahut şairleri) anlamak için hayatın ne siyah ne de beyaz olmayıp, sadece grinin tonlarından ibaret olduğunu içselleştirmek olmak gerekir. Bu ise yazıyla anlatılmaz, teorisi ile pratiği arasındaki fark yaşamla ölüm gibidir çünkü.
Hadi hepsini geçelim, biz ne zaman eleştiriye açık bir millet olduk ki? Tarihimiz neredeyse komple hamasetle örülü, resmi tarih yalanlarla, gayriresmi tarihse göreceliğin uzantısı yanılsamalarla dolu. Yaptığımız ancak eleştirmek. Üstelik bunu ekseriyetle okumadan, bilmeden, kulaktan duyma laflarla yapmak. Kahve kültürünün 'ağzı olan konuşuyor' tiplemeleri maalesef ülkemizde çok yaygın. O sevmediğimiz Batı kendisini de her türlü değerini de gerekirse yerden yere vurmasını bilir ama biz 'kol kırılır yen içinde kalır' mantığı ile, nepotist, yeğenci yaklaşımlardan kurtulamıyoruz bir türlü.
Hülasa özellikle son yıllarda bazısı haklı, çoğu haksız çok sayıda ithama maruz kalıyor Şafak. Ne de olsa bizim toplumumuzun önde gelen olumsuz özelliklerinden birisi 'sen o seviyeye gelemiyorsan, onu kendi seviyene düşür' anlayışıdır. Bu bağlamda üzülmekle birlikte şaşırmıyorum.
Aslında işim haricinde, ne bloglarda ne de herhangi bir yerde bu kadar uzun yazmak adetim değil ama emeğinin karşılığında, baştan savma bir yazının yani bundan azının sana hakaret olacağını düşündüm. Umarım sen de sıkılmadan okumuşsundur.
Hamiş: Sana tavsiyem önyargı beslememen, çünkü önyargıların aslında potansiyel nihai yargıların format atılmamış halidir. Biçimlendirme ertesi sonuç muhtemelen aynı olur.
Kendine iyi bak,
Erdem Gükrer
Sayın Kalkancı,
Sanırım böyle düşünüyor. Nitekim etkinlikte de kitabı yeni çıktığında gerek gördüğü ölçüde röportaj vermekten kaçınmadığını söylemişti.
Demek ki dediğiniz gibi kitabının çok daha fazla ve/veya farklı kitlelere ulaşmasını amaçlıyor. Onu da anlıyorum ama dediğim gibi benim benimsediğim yazar, rahatsız edecek derecede gözümün önünde olmayan yazardır.
Teşekkürler yorumunuz için.
Merhaba Erdem Gükrer,
Vakit ayırıp detaylıca yazdığınız yorum beni çok mutlu etti. Önyargılarımın yıkılması konusunda yorumunuzun büyük katkısı olduğunu söylemeliyim.
Yazdıklarınızın hemen hepsine katılıyorum. Bu nedenle elimdeki kitaplar biter bitmez bir Elif Şafak güzellemesi yapacağım kendime.
Değerli vaktinizi ayırıp özenli fikirlerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederim.
Merhaba,
Benim anlamadığım bir yazarın önde olma ya da olmama, samimi olma ya da olmama, güzel konuşma ya da konuşmamasının neden kitabıyla aramıza girdiği. Henüz Elif Şafak'ın hiçbir kitabını okumadan eleştirdiğinizi görüyorum. Yeni Medya çağındayız, bu yüzden yazara ve yazarlığa dair beklentilerimiz de değişmek durumunda belki. Ama ne olursa olsun, değerlendirilecek olan, eserdir, yazarı orada değilken de konuşan kelimelerdir, diye düşünüyorum. Kimliğine hayran kaldığımız bir çok insanın eseri, belki de edebi açıdan hiç değer taşımıyor ya da keyif vermiyor. Onun için “okuma” kişi değil eser üzerinden olmalıdır kanımca.
Buket Uzuner örneğin, çocukluk kahramanım; adeta hayatımda parmak izleri olan bir yazar. twitter'dan yaptığım bir eleştiyi öyle saldırganca ve hassasiyetten uzak bir kıvamda yanıtladı ki, bu insanın “arkadaşım olarak” hayatımda olmasını istemezdim diye düşündüm; olgunluktan ve tekamülden ne uzak bir ruhmuş dedim. Ama o yine de ve hala benim çocukluk kahramanım ve belki de “Balık İzlerinin Sesi”ni ya da “İki Yeşil Susamuru”nı bugün aynı romantik heyecanlarla okuyabilirim. Kanımca söz konusu edebiyat olduğunda,tartışma eser üzerinden yürümeli. Jean Genet de hırsızdı ve alçak biriydi; ama dünya onu eserleriyle anıyor/tanıyor.
Bu arada, benim ilk tanışıklığım Mahrem ile olmuştu. Kesinlikle öneririm. Elif Şafak'ın çok özgün ve kendine has, akıcı bir üslubu vardır. Akar gider, alır götürür…
Nükhet Hanım merhaba,
Elif Şafak'ın hiçbir kitabını okumadan bu yazıyı yazdığımı her şeyin başında belirtmiştim zaten. Şimdiye kadarki duruşu kitaplarını almamama neden olmuş olabilir. Bir yazarın okuyucuya ve basına karşı olan duruşundan etkilenen biriyim demek ki.
Yeni medya çağında oluşumuzun bu hissiyatımla uzaktan yakından alakası yok. Tam tersine, belki de eski kafalı olduğum için de bir yazarın biraz da geride durmasını bekliyorum diyebiliriz.
Eser elbette her şeyin üstünde. Fakat o eseri meydana getiren yazarın da nerede duracağına karar vermesi gerekiyor. 'Okuma kişi değil eser üzerinden olmalıdır' sözünüze katılıyorum fakat gözüme çok sokulan kitabın sanki içeriği yetersizmiş de satışı artırılmaya çalışılıyormuş gibi hissediyorum.
Mahrem önerinizi not ettim. Detaylı yorumunuz için ayrıca teşekkür ederim. Sevgiler.
mungan ve günday'ın “sihirli kelimelerini” iyi ki kendinize saklamışsınız. mazallah ortalığa saçsanız ne büyük felaket olurdu. iyisi mi siz edebiyat dergilerine sarılıp uyumaya devam edin.