8 aydır içimde beni benden alan bir ufaklık var. Okuyorum, izliyorum, düşünüyorum, algılamaya çalışıyorum ama hala bu mucizeye inanamıyorum. Evet, bir mucizeye doğru ilerliyoruz…
Bundan bir yıl önce şu an yaşadığım günlerin ancak bir kısmını hayal edebiliyordum. Sevdiğim insanla aynı evde yaşama heyecanı yetiyordu da artıyordu bile. Bir çocuk fikri ise; sohbetlerde, orada burada, “Aman daha var, hele bir bir sene geçsin” diyerek geçiştiriliyordu. Sonraları o bir yıl niye geçsin ki diye düşünmeye başladığımızı fark ettik. Kısa süre sonra da, ikimizin de ne kadar çok çocuk istediğini; bu konuyu sık konuşmaya başlayınca anladık.
Öncesinde herhangi bir hazırlığımız olmadı. Nasıl bir hazırlık olmalı emin de değilim. Mental olarak hazırdık, bu da her şeye yetiyordu. Yetiyor. Şu an görüyoruz. Benim gözle görülür tek hazırlığım, olur da hamile kalırsam diye, diyetisyene gitmek oldu. Hani bari fazla kilolarımdan kurtulmuş olayım düşüncesi…
Bu yazının sonunu göremiyorum şu an. O kadar çok şey geçiyor ki kafamdan. Şu an 8 ayın içindeyim ve bu yazıyı ilk günlerden beri yazmak istiyorum ama bugüne kısmetmiş. Nisan ayı sonundaki Berlin seyahatimizde meğer bizimleymiş de, haberimiz yokmuş. Osman’ın yeğenlerine hediye alırken “Hadi bizimkine de bir şeyler alalım” dediğimiz sırada bir fasulye tanesi olarak zaten yanımızdaymış. Böyle düşününce çok acayip hissediyor insan…
8 ay nasıl geçti asla anlamadım. İlk 3 ayı hatırlıyorum, her sabah bulantılı uyanmak, sürekli uyumak istemek ve canımın hiçbir şey istemediği o günler… Sanki hiç bitmeyecek gibiydi. Şimdi ne kadar da uzak geliyor ve ‘şimdi’ ne kadar da güzel ve bir mucizeye doğru ilerliyoruz.
O günlerde en büyük telaşım; her ne kadar iştahım kapalı olsa da, ne yemeli-içmeliyim, hangi kozmetik ürünlerini kullanmamalıyım, doğal bakım ürünleri neler, bebeğe neler zarar verir gibi sorulardı. İlk 3 ayın önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Bol bol not alıyordum. 12. Haftadan sonra bebeğimizin cinsiyetini öğrenince bu yazılar canım oğlum diye başlar oldu.
Şimdi notlarıma dönüp bakıyorum. İlk 3 ay mutfağa da girememişim. Osman sağ olsun, mutfak işini çok iyi götürmüş. Yemekleri de zaten hep o yaptı gibi bir şey. Neyse ki ben bulantılı günleri atlatır atlatmaz mutfağa dönebildim.
Bu sürede freelance işlerime devam ettim tabii. Röportajlara çıktım, okumam gerekenleri okuyup dosyalar hazırlamayı sürdürdüm. Beni en çok zorlayan dönem şu içinde bulunduğum dönem sanırım. Hem fiziksel hem ruhsal olarak hayata uyum sağlamak konusunda gidip geliyorum. Yine de elimdeki işleri bitirmek için epey çabalıyorum. Freelance çalışan bir gazeteci olarak anneliğe hazırlanmaya dair de bir şeyler karalamak güzel olabilir aslında, belki başka bir blog yazısı olur bundan.
Hamileliğim boyunca aşerdiğim en önemli şey denizdi. İlk 3 aylık iştahsızlıktan çıktığım ilk gün, canım aynı anda su böreği ve çiğköfte istedi. Bu da burada dursun 🙂 Ama hep denizde olmak, yüzmek, ayaklarımı denize sokma hissi, tabii bu iki trimesterin yaza denk gelmesi sebebiyle beni epey zorluyordu. Neyse ki kısa kaçamaklar yaptık da, denizle kavuştum.
Bu kadar deniz demişken, oğlumuzun ismini düşündüğümüz sırada neden Deniz olmasın ki dedik. Sonra Osman, Bora da ekleyelim yanına dedi. Oğlumuzun ismi Deniz Bora oldu. Çok da güzel oldu. Deniz ismi bana huzuru, sakinliği, güzelliği çağrıştırıyor. Dilerim ömrü de öyle olur.
Bu sürecin en önemli destekçilerinden bahsetmeden olmaz tabii. Annem ve babam. İkisinin heyecanını görmek her şeye değer. Torunlarıyla bol bol vakit geçirme şansları olur umarım. Bir de doktorum Flora Çitgez’le olduğum için çok şanslı hissediyorum kendimi. Hiç doktor araştırma sürecine girmeden bu yolda ilerlemek müthiş. İyi ki var.
Canım eşim, yol arkadaşım senin desteğini sayfalarca yazsam ifade edemem. Hep derlerdi, eş bu süreçte çok önemli diye. Hamilelik sürecim şahane ve tam istediğim gibi geçtiyse senin sonsuz fedakarlığın, anlayışın, hassasiyetin ve emeğin sayesinde. İyi ki varsın sevgilim <3
Şimdilik daha fazla uzatmak istemiyorum. Hamilelik boyunca okuduğum kitapları, kullandığım ürünleri, araştırmalarımı ayrı blog yazıları şeklinde paylaşacağım.
Kitaplardan birinde okuduğum bir sözle son vereyim. “Bir kadın sadece bir çocuk doğurmuyor, içinden bir de anne doğuruyor…” Sanırım böyleydi. Çok hoşuma gitti. Sadece Deniz Bora’yı değil kendimden bir anne doğurmayı da merakla bekliyorum.
Ana fotoğraf: Unsplash / Josh Bean