“O; oyuncak, porselen, şapka gibi eşyalarla sizin ‘tasarım’ dediğiniz birçok şey yapıyor. Fakat bu, bir yetenekten çok daha fazlası; bu gerçek sanat. Peki bu güzelliğin sırrı ne biliyor musunuz? Her şeyin o anda yapılıyor olması. Onun aklına bir fikir geldiğinde o işi nasıl daha iyi yapabileceğini düşünmüyor; herhangi bir plan, hazırlık ya da keşif yapmıyor. Onun için, bir fikir ile o fikrin hayata geçmesi arasında bir fark yok ve zaman kaybetmek istemiyor. Hiçbir duygu kaybı yaşanmadan düşünce, hızla hayata geçiyor. Böylece onun eserleri olabildiğince saf, doğal ve naif oluyor.” Andrey Tarkovsky
Tarkovsky’nin böylesine hayranlıkla bahsettiği kişi, Sergey Parajanov. 1969 tarihli ‘Sayat Nova’ (daha sonra ‘Narın Rengi’ ismiyle gösterilen) filmiyle tanınan Parajanov, aslında bir yönetmenden çok daha fazlası. Ömrü boyunca, her ne kadar engellenmeye çalışılsa da üretmekten başka bir şeyi düşünmemiş, hakiki bir sanatçı.
Hrant Dink Vakfı’nın Gazeteci Diyalog Programı davetiyle Sergey Parajanov’u yakından tanıma şansı buldum. Ermenistan’ın başkenti Erivan’da bulunan Sergey Parajanov Müzesi, sanatçının desen, heykel, çizim ve fotoğraflarından oluşan binden fazla eserine ev sahipliği yapıyor. Özellikle kolajlarının dikkat çektiği müzedeki tüm eserler, Parajanov’un fikirlerini filme çekmek yerine çerçeveye aktardığı hikayeler olarak görülebilir. Bu hikayelerde ise Parajanov trajedi, aşk ve Tanrı gibi kavramları sıkça işliyor.
Hiç durmuyor, ya çiziyor ya yazıyor
Sinema yaşamı boyunca birçok önemli film imza atıyor Parajanov. ‘Potemkin Zırhlısı’ ile kıyaslanan 1964 tarihli ‘Shadows of Forgotten Ancestors’, ‘Narın Rengi’ ve ‘Aşık Garip’ ile kendine hatırı sayılır bir yer ediniyor, birçok ödül kazanıyor. Filmlerindeki din ve siyasi otoriteyi eleştiren tavırları nedeniyle birçok filmi sansüre uğruyor ya da yasaklanıyor. Kaçınılmaz olarak da ömrü boyunca Ukrayna ve Tiflis’te olmak üzere iki kez tutuklanıyor. Bu mahkumiyet yıllarında Sovyet kamplarında çalıştırılıyor. Bir dönem 15 yıl film çekmesi yasaklanıyor. Fakat tüm bu engellemeler sırasında Parajanov hiç durmuyor, ya çiziyor ya da senaryo yazıyor. Bu da Parajanov için yepyeni bir yol açıyor esasında ve filmlerle ilgili çalışmaya devam etse de, artık kolaj çalışmalarına ağırlık veriyor. “Film yapmama izin verilmedi, ben de kolaj yapmaya başladım. Kolaj, filmin sıkıştırılmış halidir” diyerek 70’li yıllardan itibaren yaşadığı zor zamanlardan ilhamını aldığı hissedilen muazzam işler üretiyor. Her bir çerçeve, onun için bir küçük sinema perdesi oluyor.
Zor yaşamının izleri ve sanatını üretirken yaşadığı yoksunluk, her eserinden belli oluyor. Buna rağmen porselen, şişe tıpası, saç tokası, çivi, gibi materyallerle ne kadar da yaratıcı işler yapılabileceğini şaşırtıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Tarkovsky’nin de dediği gibi bazı işlerindeki çabukluk, anidenlik o kadar derin hissediliyor ki, bu doğallık insanı epey etkiliyor. Örneğin bir kolajında, bir oyuncak bebeğin aksesuarları olarak mandal, anahtarlık, ilaç, iğne, çay kaşığını kullandığını görüyoruz. Ve tüm bu eşyalar öyle ahenk içinde duruyor ki, büyük bir planlama yapıldığını düşünüyorsunuz ama artık onu tanıdığınız için, Parajanov bunu muhtemelen eşyalar eline geçer geçmez belki 5 dakikada belki de yarım saatte yapmıştır diyorsunuz.
Deniz kabukları, danteller, tüyler…
Parajanov’un kendini Frida Kahlo’ya benzetmeye çalıştığı fotoğrafı insanı gülümsetiyor. Belli ki eğlenmeyi ve sıradanlığı yıkmayı seven bir sanatçı. Kaşlar birleştirilmiş, başta renkli çiçekli bir şapka, kulakta küpeler ve gömleğe de çiçek desenleri eklenmiş. Fotoğrafın künyesine bir bakıyorsunuz, Ara Güler. Fotoğrafı Parajanov’un 1989 yılındaki İstanbul’daki film festivali seyahatinde, yakın arkadaşı olan Ara Güler’in çektiğini ve Güler’le yakın bir arkadaşlığı olduğunu öğreniyoruz.
İkinci katta Parajanov’un filmlerinden parçaların bulunduğu bir bölüm var. ‘Sayat Nova’nın afişi duvarda asılı ve videoda en can alıcı sahnelerinden biri dönüyor. Ayrıca bu katta, kolaj çalışmalarındaki detaylar daha da göze çarpıyor. Çerçevelere yaklaştıkça karşılaşılan detaylar arasında deniz kabukları, danteller, pullar, tüyler ve iskambil kağıtlarına rastlıyoruz.
Yokluğun içinden bulduğu her ne varsa, aklından geçenlere uyarladığı bir hayat sunuyor bize Parajanov. İşlerin tümü sanki yeni üretilmiş gibi modern, bir yandan da hatıraların gücünü saklıyor içinde. Her bir çerçevede Parajanov’un zihninden geçen yaşam hevesini hissedebiliyorsunuz. Müzeyi gezerken, en çok da bu hevesi yaşadım diyebilirim. Her bir adımın ardında, “şimdi ne göreceğim acaba” diyerek bir sanatçının yaşamına ortak olmak, aklından geçenleri böylesine gerçekçi bir şekilde deneyimlemek, muazzam bir deneyimdi.