Acelem vardı, atladım ilk gördüğüm taksiye. Her zamanki trafik… Kar da yağmaya başlamıştı, röportaja kesin geç kalmıştım. Başladık taksiciyle sohbete. Bir taksici hikayesi ile karşı karşıyaydım.
Çıkış noktamız İstanbul trafiğiydi. Sonrasında ‘okuyor muyum, çalışıyor muyum’a oradan da, ‘aman artık bu ülkede yaşanmaz’a geldi laf. Bir an sessizlik oldu. Mesleğimi öğrendiğinden olsa gerek bir hışımla, “Asıl haber biz taksicilerde ohoo” dedi.
“Tabii tabii” gibi cümlelerle benden desteği görünce devam etti, bir taksici hikayesi başlamış oldu: “Geçen gün düzgün görünümlü bir çift bindi taksime. Bayanın telefonu çaldı. Açmadı. Erkek arkadaşı ya da eşi, ‘kim o arayan’ diye sordu, kadın arkadaşı olduğunu söyledi. Ama adam inanmadı ve tartışmaya başladılar. Birkaç dakika içinde adam kadına yumruklarla vurmaya başladı. Müdahale etmek istedim ama hem adam benden cüsseliydi hem de aralarına girmek istemedim. Bir müddet sonra adam indi, kadın arabada kaldı ve hemen hastaneye gitmek istediğini söyledi. Hastaneye götürdükten sonra da parasının olmadığını çekinerek ifade ettiğinde, paranın önemli olmadığını ve iyi hissedip hissetmediğini sordum” dedi.
“Her taksiye binme”
Kötü bir hikayeydi. Gerçekten buna, sadece bir taksici hikayesi denebilirdi. Daha kim bilir neler neler oluyor görmediğimiz, bilmediğimiz yerlerde. Hatta birkaç hikaye daha da anlattı. Düşünün ki o kadar uzun sürdü yol. Sonrasında da bana nasihat etmeyi unutmadı, “Aman kızım her taksiye binme. Hırsızı da, sapığı da, hapisten çıkmışı da taksici oluyor. O yüzden binerken mutlaka plakasını al” dedi. Evet haklıydı. Ama hangimiz bir taksiye binerken bu kadar dikkatliyiz ki!
Sonrasında beni Taksim’e bıraktığında, her zaman aynı yerde olup olmadığını sordum. Sevmiştim bu bilinçli taksici amcayı. Kim bilir bir başka trafikli İstanbul sokaklarında, bir hikaye dinleme şansım daha olabilir…