U2’nun Türkiye’de konser vereceği neredeyse bir yıl öncesinden duyurulmaya başlamıştı. Yıllardır gelmesi dört gözle beklenen grubun 6 Eylül 2010’da vereceği konser, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamına alınmıştı. U2, İstanbul 2010 AKB Ajansı, Pozitif ve İKSV’nin katkılarıyla Olimpiyat Stadı’na ayak bastı sonunda. Tüm dünyada şimdiye kadar gerçekleşen en büyük konser turu olarak kabul edilen “360° Tour” kapsamında İstanbul’a gelen grubun gelmeden önce bu kadar konuşulacağı kimsenin pek tahmin etmediği bir durumdu.
Ne zamanki konserden önce Başbakan’la görüşüp, ardından boğazda Egemen Bağış’la yürüdü, işte o zaman belli bir kesimin tepkisini çekti. Hatta sırf bu yüzden konsere gelmeyen insanlar olduğunu duydum. Bu konulara pek girmenin bir manası yok, konuşulan konuşuldu. U2’nun sıkı takipçisi olmasam da birçok şarkısını bilirim. Bu konserin sıradan konserler gibi olmadığını bildiğim için de kaçırmak istemedim.
Günler öncesinden uyarılar başlamıştı: “Konsere erken gelin ve toplu taşıma araçlarını kullanın” diye. Ben de o iki uyarının birine uydum. Erken gitmedim ama toplu taşıma araçlarını kullandım. Arkadaşlarımın çoğu erkenden gitmişti, orada buluşmak üzere sözleştik. Halkalı’ya varmak için trene bindim. Tren adeta bir Interrail treniydi. Zira her milletten insan vardı. İçimden, “Kesin bunlar bu akşamki basketbol maçına gidiyorlardır, Yeşilyurt’ta inerler” düşüncesi geçti. Ama yanıldım. Hep birlikte Halkalı’da indik ve belediye otobüsüne bindik. Otobüs şoförü halinden memnundu. 7 TL gidiş geliş ücreti alıyorlardı. Yani normalde bir otobüs bileti 1,5 TL iken o gün 3.5 TL idi. “İyi kazanıyorsunuz” dedim, “Valla sorma bugün iyi iş yaptık” dedi. Bir de Yenibosna’dan kalkan korsan minibüsçüler de türemiş o gün, onu söyledi bana şoför. Herkes kazancının derdindeydi. Otobüsten indikten sonra Olimpiyat Stadı’na ulaşabilmek için biraz yürüdüm. Sonra arkadaşlarla buluştuk. Onlar sahne konseri takip edeceklerdi önden, o yüzden onların yanından ayrıldım. Stadyuma sıra beklemeden rahatça girdikten sonra devasa sahneyi şöyle bir izledim. Gerçekten çok iyiydi. Fotoğraflarına öyle çok bakmıştım ki, uzun süre gerçek olduğunu algılayamadım.
Önceden girmiş olan arkadaşlarımın yanına uğradım. Özel bilekliğim sayesinde stadın her yerine rahatça girip çıkabiliyordum. Sonra biraz stadı gezeyim derken yağmur bastırdı. Ben de tribünde olan arkadaşlarıma ulaşmaya çalıştım. Biraz tribünden etrafı izledim. O bildiğimiz şeffaf yağmurluklar da 20 TL’ye satıldı bu anı fırsat bilenler tarafından. O sırada Twitter’a konserde olanlar “Yağmur yağıyor, konser yalan olur, bu ne stat bomboş” gibi cümleler yazıyordu. Gelip muhalif tavrını ortaya koymaya meraklı çok insan vardı anlayacağınız.
Saat 19:00’da çıkması gereken Snow Patrol 20:30’da çıktı. Birkaç şarkısını bildiğim grubu canlı dinlediğim için şanslıyım. Konseri birlikte izlediğimiz arkadaşım Eda, sıkı bir Snow Patrol hayranıydı. Neyse ki bildiğim birkaç şarkılarından en sevdiğimi çalınca mutlu hissettim kendimi. Grey’s Anatomy’den de hatırlayacağınız Chasing Cars’ı tüm stat birlikte söyledik. O an güzel bir andı işte. Grubun solisti Gary Lightbody çok sevimliydi. Gömlek ve kravatını da bize güzellik olsun diye kırmızı-beyaz seçmişti. Yaklaşık yarım saat sahnede kaldılar.
Saat 21:00’de U2’yu beklemeye başladık. O sırada sahnede dakikası saniye gibi ilerleyen bir saat vardı. 12’yi vurduğunda tüm saatin dağıldığı bir görüntüyle U2’nun sahneye geldi. Beautiful Day’la açılışı yaptılar. Benim aklım One’daydı, kim bilir ne zaman çalacaklardı. Bono Antalya, Ankara, İzmir ve İstanbul gibi şehir isimlerini ezberlemiş, bağıra bağıra onlara selam söyledi. Bir de “Şimdi sıra sizde” dedi arada. Ayşe Arman röportajından dolayı da Bono’nun sahnedeki performansını çok merak ediyordum. Üstelik bir de belinden ameliyat olmuştu, diğer konserleri kadar hareketli olacağını tahmin etmiyordum. Ama Bono beni yanılttı! Hareketli köprülerden hoplaya zıplaya geçiyor, oldukça seri hareketlerle şarkıları söylüyordu.
Başlıktaki 270°’nin anlamını merak ediyorsunuz hala. Sahnenin arka tarafı, yani U2’nun arkasının olduğu tribünler bomboştu. Oranın biletleri satılmış mıydı bilmiyorum ama zaten 50 TL olan yerler bile bomboşken, bir de ordaki izleyicileri de diğer yerlere almayı tercih etmişlerdi. Anlayacağınız tam bir 360 derecelik konser olduğunu söyleyemeyiz. Kaldı ki, ben sahneyi stadın tam ortasına yerleştireceklerini düşünüyordum. Birçok kişi de benim gibi düşünüyormuş. Neyse ki sahne öyle ihtişamlıydı ki, neresi boş neresi dolu umrumda değildi.
Her şey gayet iyi gidiyordu. Ta ki “Egemen Bagis” kelimesini duyana kadar. Kendisini İstanbul’a davet eden Egemen Bağış’a teşekkür ettiği anda stattan koca bir “Yuuuh!” sesi yükseldi. Bono bu duruma şaşırdı. Sonra “Tamam tamam siyasetten söz etmeyeceğim ama boğazınız çok güzel. Geçmişle geleceği birbirine bağlayan bir boğaz” dedi. Bu kriz de böyle bir yuvarlamayla atlatıldı.
Bir ara soluklanmak için yerime oturdum ki, o anda Bono’nun ağzından “Zulfu” kelimesini duydum. Eda’ya “Zülfü mü diyor dememe kalmadı, Zülfü Livaneli sahneye çıktı! Şaşakaldım. Birlikte “Mothers of the Disappeared” şarkısını söylediler. Daha doğrusu Livaneli mırıldandı ve sonra U2’ya “Yİğidim Aslanım” şarkısını armağan etti. Tüm stat birlikte söyledik. Dokunaklı bir andı, hep bir ağızdan söylediğimiz için şaşırdı kaldı. Bono’nun unutmadığı bir isim vardı ki, 1995 yılında gözaltında kaybolan Fehmi Tosun’du, onu da andık..
Seyircilerin arasından bir kızı aldı ve onun dizinde şarkı söyledi. Görüntü sahiden çok romantikti. Sonra kızı sahnede gezdirdi, mini köprü üzerinde dans ettiler. Bu arada sahneyi tarif etmeme imkan yok. Sadece o minik ekranlar bir ara açıldı, bir örümcek ağı gibi oldu ve yayın o şekilde devam etti. Ekipleri o kadar profesyoneldi ki, o anki görüntülerle video-art’ları çok iyi harmanlayıp ayaküstü bir sürü video çektiler desem yeridir. Sonra o ekrancıklardan oluşan dev ekran aşağı doğru kaydı. Sonra yengeç gibi sahnenin en üstünden gökyüzüne doğru laser ışınları çıktı. En son da gündüz gözüyle görmediğim bir disko topu bütün stadı disco’ya çevirdi. Mükemmeldi.
İki kere bis yaptı U2. “One”ı söylemeyecek sandım ki, son bisi “One” ile oldu. “Hepimiz aynıyız” diyerek şarkıyı söyledik. Onun da küçük bir videosunu yayınlıyorum burada. Saat 00:30’da konser bitti. Stattan dışarı adım attığımızda koca bir güruh vardı bir yerlerden bir yerlere savrulan. Herkes farklı bir tarafa gidiyordu. Neyse ki yön bilgim sayesinde otobüslere çabuk ulaştık. Eda arabasını Kanyon’a bıraktığı için onun daha da uzun bir yolu vardı. Yenibosna otobüslerinin sırası salyangoza dönmüştü. Baktım Halkalı’ya gidenlerde sıra yok, hemen atladık. Oradan trenin kalkmasını bekledik, saat 01:30’du. Sonra Bakırköy’den onları taksiye bindirdim, zira bir dolmuş vardı ama şoförü görünmüyordu etrafta.
Bir konser daha böyle bitti. Ama sıradan bir konser değildi onu biliyorum. Evet beklenildiği kadar bir talep olmamıştı. Çeşitli rakamlar verildi, 50 bin, 40 bin ve 75 bin. Şöyle bir göz attığımda 50 bin makuldü. Ki bu sayının azımsanmayacak bir kısmı da yabancıydı. Tribünlerin yarısından çoğu doluydu. Alanın yarısı boştu. Bunun çeşitli nedenleri var tabi. Bunların biri de, konserin gerçekleştiği stat çok uzaktı ve keşke İnönü’de yapılmasını defalarca zikrettik. Dönüşte çeşitli sorunlar yaşayanlar oldu, insanlar saatler boyu evlerine ulaşamadılar. Bu da bir ders olur umarım. Bundan sonra böyle bir organizasyon olur mu bilemem ama daha makul lokasyonlar seçilirse hem insanlar konser mekanına rahat gelip gider, hem de sonrasında konserden keyifle bahsederler.
Not: 1. ve 4. fotoğraflar Muammer Yanmaz’a, diğerleri şahsıma aittir.
Not: 1. ve 4. fotoğraflar Muammer Yanmaz’a, diğerleri şahsıma aittir.