Üç yıl önceki Gezi Parkı fotoğraflarına ve direniş fotoğraflarına baktıkça daha da ürperiyoruz, gururla birlikte bir hüzün kaplıyor.
Gezi’deydik, oradaydık. O kadar yayılmıştı ki, bizim olamadığımız yerleri de fotoğraflardan, videolardan izliyorduk. İçinde olmamıza rağmen fotoğraflar bizi ne kadar da etkiliyordu. Çünkü gerçekliği bir kez daha kanıtlıyordu bize o fotoğraflar.
2015’te yaptığım Gezi Direnişi’ni fotoğraflayanlar dosyasını yayınlamak Gezi’nin üçüncü yıldönümünde kısmetmiş. Galata Fotoğrafhanesi, Nar Photos ve KODA Collective’in cevapları burada olacak. İlki Galata Fotoğrafhanesi’nden Yücel Tunca.
Gezi Parkı projeleri gündeme geldiği 2012’den direniş vaktine kadar Taksim ve Gezi Parkı’nı fotoğraflayan Galata Fotoğrafhanesi’nin kurucusu Mayıs 2013’ü ve yaşadıklarını Yücel Tunca anlatıyor.
Gezi Parkı Direnişi süreci sizin için nasıl bir süreçti?
Karmaşık ancak coşkulu bir süreçti, diyerek özetleyebilirim. Gezi Direnişi’nin ilk kıvılcımlarını yakalayan bir ekip olduk. Gezi Parkı’nın yok edilmesiyle sonuçlanacak projelerin kamuoyu gündemine geldiği 2012 yılından itibaren Taksim ve Gezi Parkı’nı detaylı biçimde fotoğraflamaya başladık. Sadece fotoğraflamayla kalmadık aynı zamanda Taksim Dayanışması’nın öncülüğünü yaptığı eylemlilikler içinde yeraldık. Taksim nöbetlerine, imza kampanyasına fiilen katıldık.
Fotoğraflı bildiriler hazırlayarak bir süre Taksim’de dağıttık. Gezi Parkı’na ilişkin canlı fotoğraf sergisi açarak, fotoğraflı yürüyüşler yaparak dikkatleri parka çekmeye çabaladık. Taksim Dayanışması’nın büyük, özverili çabasına katkıda bulunmaya gayret ettik. 2013 Mayıs’ının sonunda polis şiddetinin ateşlediği toplumsal başkaldırıyı gün gün belgeledik. Topladığımız görsel belgeleri www.taksimdenelinicek.org adresinde biriktirmeye, yayınlamaya başladık. Ve nihayetinde de Belgesel Fotoğraf Topluluğu adını verdiğimiz grubumuzun 36 fotoğrafçısının fotoğraflarını bir araya getiren Fotoğraf Notları belgesel fotoğraf kitapları serisinin ilk kitabı olan Gezi Direnişi kitabını yayımladık.
Bütün bu dönem elbetteki son derece zorlayıcıydı. Ekibimizden iki arkadaşımızın yanı sıra çok yakınımızdaki başka fotoğrafçı dostlarımızın yaralandığı, polis tarafından ciddi biçimde darp edildiği ve gözaltına alındığı, ülkenin dört bir tarafında gencecik insanların katledildiği günlerin içinden geçiliyordu. Zaman zaman korktuğumuz, soğukkanlılığımızı kaybettiğimiz de oldu; kendimize, birbirimize olan inancımızın hiç olmadığı kadar arttığı, dayanışmanın verdiği güvenle kendimizi harika hissettiğimiz günler de oldu.
Direniş boyunca fotoğrafçılarınızın en zorlandığı anlar nelerdi?
Hiç kuşkusuz polis şiddetine maruz kalındığı anlardı bunlar. Gaz, plastik mermi ve gaz kapsülünün neden olabileceği hayati tehlikeler ya da ciddi yaralanmalar en büyük endişemizdi.
Toplumsal olaylarda fotoğraf çekerken gözettiğiniz en önemli kriterler neler?
İki türlü bakışımız olduğunu görüyorum, dönüp baktığımda: Birincisi, direnişin farklı bir hayatı müjdeleyen sıcak yanına odaklanmışız. İkinci olarak da devlet şiddetini yansıtacak fotoğraflar çekmişiz. Bugün için de, yarın için de, sistematik devlet tavrının deşifresi olarak son derece önemli belgeler bunlar.
“Geleceğe bırakılacak bir miras değil, fotoğraflarımızın hemen bugün işlev kazanması gerekiyor”
Sizin için olayları fotoğraflamak sadece belgelemek mi yoksa haberciliğe dair de bir bakış açınız var mı?
Bu noktada kişisel fikrimi dile getirmek isterim. Çektiğim ya da çekilen fotoğraflara hiçbir zaman sadece geleceğe bırakılacak bir görsel miras olarak bakmadım. Fotoğraflarımızın hemen bugün işlev kazanması gerekiyor. Haksızlığa uğrayan, zulüm gören insanların, yani pek çoğumuzun sorunlarını hemen bugün çözmeye çalışmak zorundayız. Bu nedenle toplumsal olaylar sırasında kaydedilen görüntülerin, günlük, hatta anlık paylaşımı büyük önem taşıyor.
Haber ajanslarından sizi farklı kılan nedir?
Bir arada bulunduğumuz arkadaşlarımızın ortak aklı ile hareket ediyoruz. Bir sermaye grubuna sırtımızı yaslamamış olduğumuz için kendi sözümüzü söyleyebiliyoruz rahatlıkla. Ya da ticari kaygılarımız olmadığı için piyasa koşulları bizi belirleyemiyor. Ne dilimizi, ne söylemimizi, ne de fotoğraf anlayışımızı… Kendimiz olarak kalmayı, neysek o kadar görünmeyi sağlıyor bu da.
Basın özgürlüğünün yerlerde süründüğü bir dönemdeyiz. Bu konu sizin gündeminizde mi?
Kaçınılmaz olarak hep gündemimizde. Ahmet Şık ve Nedim Şener’in haksız ve hukuksuz biçimde tutuklandıkları dönemde basın özgürlüğü adına eylemler gerçekleştirdik. Galatasaray Meydanı’nda yüzlerce insanın ağzını bantlayarak fotoğraflarını çektik, her türlü yolla yaymaya çalıştık. Duruşma günlerinde adliye önlerinde canlı fotoğraf sergileri açarak, taşıdığımız fotoğraflarla farkındalığı artırmaya çalıştık. Türkiye’de 1915’ten bu yana katledilen Ermeni, Kürt ve Türk gazetecilerin hatırlanması için sergiler düzenledik. Bu konularda yapılan diğer eylemliliklerin parçası olamaya gayret ettik.
Gezi’de çekilmiş fotoğraflarınızdan dünya basınında yer alan fotoğraflarınız hangileri?
31 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda kalabalık bir polis grubunun ellerini kaldırmış bir gence kalkanlarıyla yaptığı saldırı anını fotoğraflamıştım. Gerek Türkiye’de, gerekse yurtdışında en sık kullanılan fotoğrafım oldu bu. Çeşitli biçimlerde yeniden üretildi. Yağlıboya tablolara dönüştü, karikatür posteri yapıldı, stencil olarak duvarlara aktarıldı.
Gezi’de ya da daha sonraki protesto ya da toplanmalarda tepki toplayan fotoğrafınız oldu mu?
Çektiğim ya da arkadaşlarımın çektiği fotoğraflara bilgim dahilinde olumsuz bir tepki olmadı. Fotoğraflarımızı edit ederken özellikle aktif konumdaki göstericilerin ya da soruşturmaya uğrama olasılığı bulunan sağlık görevlilerinin kimliğini gizlemeye özen gösterdik. Buna bütün fotoğrafçıların dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye’de toplumsal olayları belgelemenin en büyük zorlukları neler?
Fotoğrafçıları ve video kaydedicilerini devlet ve onun kolluk kuvvetleri tanımamakta direniyor. Sarı basın kartı diye dünyanın en saçma, anlamsız uygulaması dayatılıyor. Üstelik sarı basın kartı sahiplerinin uğradığı şiddet de ayrı bir yerde duruyor… Bir serbest fotoğrafçı olarak toplumsal olayların içinde fotoğraf çekerken sürekli bir kimlik gösterme, gösterdiğiniz tanıtım kartını karşınızdakine beğendirme derdi yaşıyorsunuz. Üstelik sonunda darp edilme, gözaltına alınma riski olan bir süreç bu. Kusurlarını, ayıplarını, haksızlıklarını, zulmünü örtmeye çalışan, görünmez kılmaya çalışanlar, karşımızdaki en büyük sorunu oluşturuyorlar.
İnternette izinsiz paylaşılan fotoğraflar konusunda bir yaptırımınız var mı? Ne düşünüyorsunuz bu yeni dünyada fotoğrafların paylaşımı konusunda? Bir yandan daha çok kişiye ulaşıyor ama fotoğrafı çeken kişinin emeğinden pek bahsedilmiyor.
Özellikle toplumsal olaylarda bunu sorun etmiyorum. Evet bir dert ama ürettiğimiz fotoğrafların yaygınlaşması daha önemli; bu da derdi büyük ölçüde önemsizleştiriyor. Fotoğraflarımızın yanına küçük bir imza notunun düşülmesi gayet hoş oluyor elbette ama olmasa da önemli değil.
Fotoğraflarımızı paylaştığımız web sitelerinin bir kısmına şu notu düşüyoruz: “Bu sitede yayınlanan fotoğrafları (ticari maksatlar dışında) dilediğiniz gibi çoğaltabilir, yayabilirsiniz. Fotoğrafçısının ismini kullanmanız bizi mutlu edecektir.”