Hayatlarımız her anlamda bir yoğunluk içinde. Sadece düşünsel olarak değil eşyalar ve ‘şeyler’ hayatımızda çok yer kaplıyor. Sade ya da minimal yaşam, üzerine epeydir düşündüğüm ve hakkında haberler yaptığım bir konu. Şimdi konuyu Türk İşi Minimalizm’in kurucusu Hale Acun Aydın’dan dinliyoruz.
Geçtiğimiz aylarda Pozitif dergisi için bir sade yaşam dosyası yapmıştım. O dosyada ne yazık ki yer kısıtlığından kesmek zorunda kaldığımız söyleşinin tamamını burada yayınlamak istedim.
Hale Acun Aydın’ı tanıyabilir miyiz?
Merhaba. Aslen Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü mezunuyum ama mezuniyetimden sonra hep pazarlama alanında çalıştım. Evliyim ve 2 çocuğum var. 2012 yılından beri ise minimalizmle ilgileniyor ve Türk İşi Minimalizm ismiyle bu konuda yazılar yazıyorum. Kendi deyişimle minimalizme Türk işi bir bakış açısı getirmeye çalışıyorum. Sadeleşmek aslında çok geniş bir kavram. Sadece elindekini azaltmakla bitmiyor; buna uyumlu olarak tüketimi de azaltmak, bu konuda bilinçlenmek gerekiyor. Daha da ötesinde dünyada gittikçe yaygınlaşan ve aslında hepimizin dikkat etmesi gereken “zero waste” diye bilinen “sıfır atık” kavramı var. Artık bu konuda da minimalizm kadar paylaşım yapıyorum. 2012 yılında blogspot ortamında kendi merakım için başlayan yazılarım sonrasında Instagram’da bir hesaba ve çok yeni olarak ise bir siteye dönüştü (turkisiminimalizm.com).
Sizce minimal yaşamın özünde ne var?
Bana göre minimal yaşamın özünde kişinin iç huzuru var. Bütün o evimizi, masamızı hatta çantalarımızı dolduran eşyalar; bir türlü yapıl(a)mayan, ertelenen işler ve hayatta sahip olmamız gerektiğini düşündüğümüz unvanlar, statü eşyaları bizi yoruyor. Bu yüzden benim amacım hem fiziki olarak hem de düşünce olarak sadeleşerek hayatımı huzurlu ve daha farkındalıkla yaşamak.
“Evde dört kişi, neden 50 çay bardağı?”
Sizin minimal yaşama geçiş hikayenizi dinleyebilir miyiz?
Açıkçası minimalizmi ilk ne zaman duydum ya da aslında İnternet’te karşılaştım tam olarak hatırlamıyorum ama kendimi bildim bileli fazlalıklar beni sıktı. Mesela birden çok parfümü olanların sabah nasıl karar verdiklerini, masalarında 10’dan fazla kalemi olanların o kalemleri kullanmazken neden stokladıklarını, evde dört kişi yaşarken neden 50 tane çay bardağına gerek olduğunu anlayamadım hiç.
Sonra okumaya başladım. İlk başta bulduklarım hep yabancı blog’lardı tabii. Direkt olarak minimalizm diye bir kelime bildiğimden ya da araştırdığımdan değil ama sayfalar arasında gezerken kendimi sürekli “daha az eşyayla yaşamak, sadeleşmek” gibi yazılarda buluyordum. Sonrasında kavramlara aşina olmaya başladım. Mesela “declutter” yani dağınıklığı ortadan kaldırmak ya da “minimalist olmak” gibi. Sonra minimalizm’de “challenge” (meydan okuma) kavramını gördüm ve çok sevdim. Kendim yapamasam da 100 eşya ile yaşamayı seçenler, altı parça kıyafet ile bir ay geçirip çok da rahat edenleri izlemeyi çok sevdim.
Zamanla bir baktım ki okuduklarımdan etkilenmeye başlamış ve kıyafetlerimi yüzde 50 azaltmış, iki kapılı bir dolaba ve bir şifonyere sığabilir olmuşum. Her yerden çıkan kitaplarımı dağıtıp üç raf gerçekten dönüp dönüp okumaktan zevk aldığım kitapla kalmışım. Kısacası kendimi eşyalarımdan biraz ayırmışım. Bunun beni çok rahatlattığını hatta özgürleştirdiğini fark ettim. Minicik bir not eklemek istiyorum. Minimalist olmak demek kendini bir zorlama içine sokmak değil. Sadece sahip olduğun eşyalara daha gerçekçi bir gözle bakarak onlarla ilişkini gözden geçirmek ve “birinin hatırı için, bir gün lazım olur diye ya da çok para vermiştim şimdi bundan vazgeçemem” gibi düşüncelerle kullanmadığınız, daha da fenası bakınca size sıkıntı veren şeylerden ayrılmak. Yani eşyanın durumuna ve tabiatına göre onu ihtiyacı olan birine vermek, geri dönüştürmek, başka şeye dönüştürmek (upcycle) ya da en son ihtimal olarak çöpe atmak.
Hayatınızın hangi alanlarında minimal yaşıyorsunuz? (Eşya, insan, düşünce vs.)
İşe en kolayı olan kıyafetlerimle başladım. Bunu elimden geldiğince evdeki eşyalar takip etti. Evde tek olmadığım eşim ve çocuklar olduğu için öncelik evdeki kendi alanlarımda. Çocuklarıma da mümkün olduğunca bunu aşılamaya çalışıyorum, en başta kendi tercihlerimle. Sanırım yaş ilerledikçe de artık düşüncelerimde, isteklerimde de sadeleşmeye ve hayatta benim için en önemli şey nedir ona odaklanmaya başladım. İşin düşünsel kısmı daha yeni, üzerinde çalışıyorum.
Sade yaşama geçerken sizi en çok zorlayan şeyler neler oldu?
Kendimle yüzleşmek. Eşyaları elerken sadece bu bana mutluluk veriyor mu ya da hayatıma değer katıyor mu gibi soruları sormanın yanı sıra bir de bunu neden almışım diye sorunca insanın gerçekten ciddi bir iç hesaplaşması oluyor. Sadeleşme yoluna girenlere bu soruyu da mutlaka sormalarını öneririm. Böylece asıl sorun olan sadeleştikten sonra mutlaka hayata girmesi gereken bilinçli alışveriş konusunda önemli bir adım atmış olurlar.
Bu yaşama geçtikten sonra hayatınızdan çıkarmaktan pişman olduğunuz şeyler oldu mu?
Ne mutlu ki hiç olmadı.
Hayatınızdan çıkardığınız eşyaları ne yaptınız?
Ev eşyalarını genellikle Freecycle İstanbul mail grubu üzerinden verdim. Kıyafetlerin de bir kısmı ailem aracılığı ile ihtiyacı olan kişilere gitti. Verilemeyecek durumda olanları geri dönüşüm yaptıkları için Kıyafet kumbarasına attım. Kitapların büyük kısmını tüm kitapları bir excel dosyasına yazarak arkadaşlarıma mail atıp onlara dağıttım. Kalanları ise sahafa bıraktım.
Minimal yaşamayan insanlarda gördüğünüz en belirgin özellikler neler?
Minimalizm bana iyi geldi. Ama herkes minimalist olacak ya da olmalı diye bir görüşe inanmıyorum. En azından bunun (herkes için değişen) bir zamanı var sanırım. Bana göre daha sade yaşamanın hayata kattığı çok şey var. Hatta insana gerçekten istediklerini yapmak için ilk başta zaman sonra da parasal bir zenginlik katıyor. Ama minimal bir yaşam sürmeyenler için bunların tam tersidir diyemiyorum.
Ana fotoğraf: Hutomo Abrianto / Unsplash