Uzun zamandır ilk kez yanımda hiçbir teknolojik cihaz olmadan bir konser izledim. Son anda aklıma gelen ses kayıt cihazı sayesinde aldığım birkaç ses kaydı ve dört sayfalık konser notunun ardından, Marcus Miller ile The Istanbul Project yazısı…
Yazın İstanbul’da olmanın sevindirici yanlarından biri de Caz Festivali’nin olması. Salt Galata’da program açıklandığında sadece Morrissey’i biliyorduk. Fakat festivale dahil olan o kadar çok iyi isim vardı ki, Pelin Opcin her ismi açıkladığında gözlerimin büyüdüğünü söylemeliyim. Marcus Miller ile The Istanbul Project yazısına geçmeden önce Caz Festivali’nin merak uyandıran birkaç ismini söylemeliyim: Antony and the Johnsons, Erykah Badu, Esperanza Spalding ve Lyambiko, Caro Emerald, Sharon Jones ve The Dap Kings, The Dears.
Hızlıca Marcus Miller konserine geçelim. Konser esnasında aldığım dört sayfalık (orta boy defter) notum var. Yazılarımı yazarken bazı zamanlar o notlardan hiç faydalanmıyorum. Sanırım bu sefer de daha çok, konserde çektiğim ses kaydını dinleyerek yazacağım.
Konser günü, işten biraz erken çıkıp Nişantaşı’nda birkaç işimi hallettikten sonra Harbiye’ye doğru bıraktım kendimi. Son yıllarda edindiğim ve bu durumdan mutlu olduğum bir alışkanlığım var: Konserlere tek gitmek. Nasıl olsa alana vardığımda mutlaka birilerini görüyorum; ya birlikte izliyoruz konseri ya da ayrılıyoruz. Açıkhava’ya vardığımda da çok arkadaşımı gördüm. İçeri girdik, sonra herkes keyfine göre istediği bir yere geçti.
Bize verilen kartlarla herkes yerine geçtikten sonra istediğiniz yerde konseri izleyebiliyorsunuz; boş koltuk varsa geçebiliyorsunuz ya da ayakta bir yerlerde.
İçeri girer girmez Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nu kadar özlediğimi fark ettim. Ne de olsa az konser izlemedik orada. Anılar dizili birer birer. Önce sağ tarafta taşın üzerinde biraz vakit geçirdim, sonra bulduğum bir boşluğa yerleştim hemen. Bu arada mekanın tamamen dolduğunu söyleyebilirim. Belki tek tük boş yer kalmıştır.
Hüsnü Şenlendirici sahneye çıkar çıkmaz aldığı alkış beni şaşırtmadı desem yalan olur. Ardından Marcus Miller geldiğindeyse alkışın ne demek olduğunu o an anladım. İKSV’nin 40. yılı şerefine Marcus Miller’a sipariş ettiği (bu kelime bir beni mi ifrit ediyor, rica ettiği diyelim) The Istanbul Project Türkiye’den de önemli isimlerin katılımıyla açıkçası oldukça merak ettiğim bir konserdi. Klarnette Hüsnü Şenlendirici, vurmalı çalgılarda Burhan Öcal ve Okay Temiz, trompette İmer Demirer, gitarda Bilal Karaman vardı. Ekipte bir de Marcus Miller’ın desteklediği genç müzisyenler Louis Cato (davul), Alex Han (saksafon) vardı. Ve son olarak tuşlu çalgılarda yeteneğini konuşturan ve Miller ile birlikte birçok konser veren Federico Gonzalez Pena sahnedeydi.
Hüsnü Şenlendirici’nin kısa bir solosunun ardından Marcus alıyor sırayı. “Kültürlerin böyle bir araya gelmesi müthiş” deyişinden, o an bizimle olmaktan onun da mutlu olduğunu anlıyoruz.
Okay Temiz çıkıyor sahnede. Çizgili tişörtü, fosforlu sarı bahçıvanı, kırmızı gözlükleri ve şapkasıyla. Enstrümanı berimbau (Teşekkürler Latife Tunç), fakat kemençeyi andırıyor. Ritim ustası olduğunu da daha ilk saniyeden kanıtlıyor.
Tüm enstrümanlar birbiri içine öyle güzel geçiyor ki, nadir de olsa Türk ezgilerini duyduğunuzda tuhaf hissediyorsunuz. Zaman zaman isimler tatlı bir kapışmaya girişiyor. Önce Burhan Öcal, sonra Okay Temiz, bir bakıyorsunuz araya Marcus Miller giriyor.
Marcus, sahneyi paylaştığı ekip arkadaşlarını öyle güzel sunuyor, kendini o kadar geri plana atıyor ki, bu hâli onu daha da yüceltiyor gözümde.
Tüm bunlar olurken, o anları videoya alamamak ya da o müthiş ışık şovlarının süslediği sahneyi fotoğraflayamamak içime dert olmuyor değil. Aklıma mp3 çalarım geliyor. Yanımdaki tek teknolojik cihaz. Onun da şarjı az, olsun diyorum, bitene kadar çekerim. Hemen melodisine hasta olduğum bir şarkıyı kaydediyorum, ardından bir şarkıyı daha. (Şu an yazarken de o iki şarkıyı dinliyorum işte)
İmer Demirer geliyor sahneye, Hüsnü Şenlendirici gidiyor. İmer Demirer, trompetini konuşturuyor resmen. Tam o esnada bir şey dikkatimi çekiyor, geçtiğimiz hafta izlediğim (Charlotte Gainsbourg, Jessie J, Zaz, Two Door Cinema Club) konserlerde kolların havada durup dakikalarca video çektiği görüntüye rastlayamıyorum. Anlaşılan herkes benim gibi mest olmuş diyorum.
Marcus, solo performans sergilemelerine izin verdiği anlarda bile küçük küçük dokunuşlarda bulunuyor. Hiçbir anı kaçırmak istemiyor o da bizim gibi. Sahnede bir araya gelen ekip öyle bir hâle getiriyor ki bizi, hipnotize oluyoruz resmen.
Notaların arasında salınıyoruz. Kafamı kaldırıyoruz, yıldızlar da bizimle. Tatlı bir esinti de var.
Dokunuşlar küçülüyor, küçüldükçe içimiz gidiyor. Bir şarkıda Marcus Miller ve Bilal Karaman öyle iyi bir iş çıkarıyorlar ki ortaya, tarifsiz.
Vakit geliyor, Marcus teşekkür ederek sahneyi terk ediyor. Çıkmaya meraklı bir kesin koşarak merdivenleri aşmaya çalışıyor ama belli ki bunlar başka bir amaç uğruna buradalar ya da bis yapacağını tahmin etmiyorlar. Alkışlar durmuyor, Marcus ve arkadaşları sahneye geliyor.
Başlıyor Hüsnü Şenlendirici İstanbul İstanbul Olalı’yı çalmaya, son vurgunu yiyoruz işte o an. Marcus da basıyla eşlik ediyor, bu şarkıya. Ve dakikalarca ayakta alkışlandıktan sonra gidiyorlar.
Bu kadarını tahmin etmek zordu. Marcus Miller büyük müzisyen ama bizim sanatçılarımızın da ne kadar yetenekli ve gurur duyulası olduğunu bu vesileyle bir kez daha anlamış oluyorum.
Yine gel Marcus!
Fotoğraflar İKSV Caz Festivali’nin Facebook sayfasından alınmıştır. Emre Mollaoğlu’na teşekkürler.