|
Atatürk Kültür Merkezi / Fotoğraf: Şeref Yılmaz
|
“İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti” tamlamasını çok duyduk 2010’da. Ve ne yazık ki kültür-sanatın en çok yara aldığı yıllardan biri oldu 2010.
Newsweek Türkiye için bir haber hazırlamak üzere izinleri alıp AKM’ye doğru yola koyulduğumuzda neyle karşılaşacağımdan habersizdim. 2009’un Nisan ayıydı. “Kapalı” olan AKM’ye adım attığımda içim acıdı. Onarım adı altında kültür merkezinin çeşitli yerleri kırılmış, yıkılmıştı. Gıcırdayan sahnesine titreyerek adım attım. Hele o kulisler… AKM’nin 2010’a yetişebileceğini söylemişti birkaç mimar. Fakat o gün olacağı tek bir kişi öngörmüştü: AKM’nin emektar çalışanı “2010’a hayatta yetişmez” demişti. AKM 2010’a yetişmedi, yetişmediği gibi AKM’de hiçbir onarım da yapılmadı. Ve İstanbul, yaşadığı birçok olayla Avrupa Kültür Başkenti olduğu 2010 yılında kültür-sanat alanında sınıfta kaldı. Kültür Başkenti etkinliklerinden kimini görev icabı kimini merak ettiğim için takip ettim. Ama hangisi aklında kaldı diye sorsanız, Kadırga’daki Mahalle Şenliği’ni sayabilirim. O da, kültür başkenti etkinliğinden ziyade mahallenin kermes şenliği gibiydi. Çok tatlı insanlarla konuştum, tanıştım, bir başka boyuttu anlayacağınız. Bir de Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ndeki Pina Bausch’un Nefes isimli gösterisiydi unutamadığım.
Eminim içinizden az kişi bu etkinliklerin çoğuna katıldı ve hafızasına kazıdı. Her gün onlarca basın bülteni geldi etkinliklere dair. Hepsini açtım okudum, bu sefer iyi bir şeydir diye tıkladığım her mail beni hayal kırıklığına uğrattı. Sergiler, atölyeler, konserler gerçekten belli bir döneme takılı kalmış etkinliklerdi. Yüzlerce faaliyet oldu ama neyin, nerede, nasıl gerçekleştiğinden kimse haberdar değildi. Arada bir İstanbul Modern’in sergilerine destek veren İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı aslında anlamlı birçok etkinlik için bütçe de ayırmamıştı yılın başında. 2010’un ortalarında Yönetim Kurulu Başkanlığı’ndan ayrılan Nuri Çolakoğlu geçtiğimiz ay Tempo Dergisi’ne “Oradan kötü kokular geliyordu” açıklamasını yapmıştı.
Benim derdim İstanbul, 2010 yılında Avrupa’nın Kültür Başkenti iken, İstanbul’da kültür sanata dair çok çirkin olaylar yaşandı, kültür merkezleri kapalı kaldı, sanata saldırılar oldu. Bu olaylar nelerdi bir göz atalım:
AKM kapalıydı / 2010
Atatürk Kültür Merkezi onarım çalışmaları nedeniyle 2008 yılının Mayıs ayında 16. Uluslararası Tiyatro Festivali’nin son temsiliyle kapandı. Opera ve bale temsilleri Kadıköy’de bulunan AKM’ye göre çok daha küçük olan Süreyya Operası’nda gerçekleştirildi, gerçekleştiriliyor. Artık sadece önünde birini beklediğimiz bir yapı AKM. Siz de özlemediniz mi bir oyun ya da konser izlemeyi? Atatürk Kültür Merkezi hala kapalı… (Konuya dair haber http://bit.ly/fkX50v)
Alkazar Sineması’nın kapanması / Şubat 2010
Alkazar Sineması daha fazla ayakta duramadı. Son bir mektup yayınladı, aşağıya koyduğum bir kısmı durumu özetliyor aslında:
Bizler, uzunca bir dönem porno filmler gösteren Beyoğlu’nun en eski sinema salonlarından birini, estetik kaygı ile çekilen ve sinema sanatına katkıda bulunan filmlerle izleyiciyi bu tarihi mekanda buluşturabilmek için devir almıştık. O tarihten bugüne kadar, dünya sinemasının ve ulusal sinemamızın seçkin örneklerini izleyiciyle buluşturma çabasında olduk. Geride kalan 16 yılı izleyicimizle birlikte mutlulukla geçirdik.
…Ancak, ne yazık ki artık maddi ve manevi olarak direnecek gücümüz kalmadı. Alkazar sineması, çok uzun bir zamandan beri sınırlı sayıdaki izleyicisinin film izlemek için ödediği bilet satış geliri ile yetinmek zorundaydı. Kendileri de birer Alkazar sevdalısı olan Alkazar sinemasının işletmecileri, son yıllarda bu işletmeyi yaşatmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar, maddi ve manevi her türlü özveride bulundular, ama işte buraya kadar…
Alkazar Sineması perdesini tamamen kapadı…
Emek Sineması’nın kapanması / Nisan 2010
|
Fotoğraf: FotoAkbaba
|
Kim bilir kaç film izlemiştir o devasa salonda? Kim bilir film kötü bile olsa o salon bizi etkisi altına almıştır, bir türlü kalkmak bilmemişizdir. İstanbul’un en büyük ve en eski sinema salonu yeni yapılar meydana gelecek diye yıkılmak isteniyor. Tabi yıktırmayacağız! Komik olan, “özüne uygun bir şekilde üst kata taşıyacağız” denmesi. İstanbul Kültür Sanat Varyetesi geçtiğimiz haftalarda “Hepimiz Bilirkişiyiz” diyerek Bilirkişi Heyeti’yle Emek’i gezdi ve blog’a bir şeyler yazdı. İç sızlatan şu paragrafı okumanızı isterim:
…Bizim gördüğümüz ve fotoğrafladığımız Emek, söylenenlerin aksine, yağlı, farelerin cirit attığı, yıkık dökük bir Emek değildi. Fuayede 2009 Film Ekimi’nin afişleri asılı, bildiğimiz (ve özlediğimiz) perdesi ve koltukları yerli yerindeydi. Sanki bir anda perdeler açılıp film başlayacak gibiydi…
Emek Sineması hala kapalı…
Tophane olayları / Eylül 2010
Bir gece Twitter’dan gazeteci bir arkadaşımdan öğrendim Tophane Outlet Galeri’deki açılış sırasında olaylar çıktığını. Yaklaşık 20 kişilik grup daha sonra Tophane Art Walk olarak adlandırılan caddedeki tüm galerilere saldırmıştı. İnanamadım, inanmak istemedim. Ertesi günkü basın toplantısına gittim. Olaylar çok gerçekti ve çok acıydı. Birtakım insanlar galeri sahiplerini defalarca tehdit etmişti. Tophaneliler internette de bir araya gelmiş ve böyle bir saldırının sinyallerini önceden vermişlerdi. Mutenalaştırma, içki, laf atma vs. ne derseniz deyin, sanata karşı bir tepki vardı Tophane’de. Çok üzücüydü çok. Olaydan bir hafta sonra galeriler tekrar açıldı. (Konuya dair blog yazım http://bit.ly/g3dClq)
Şükran Moral’ın sergisine sansür / Aralık 2010
Şükran Moral güncel konulara değinen sıra dışı bir sanatçı. Casa Dell’Arte’de gerçekleştirdiği ‘Amemus’ isimli sergi açılışındaki performansıyla dikkatleri üzerine çekti. Yaklaşık 20 dakika kadın partneriyle yatakta sevişen Şükran Moral, ertesi gün hem tepki hem övgü topladı. Kimilerine göre bu sanat olamazdı, kimilerine göre sanatın ta kendisiydi. Şükran Moral bir basın açıklaması yaptı:
“20. yüzyılın ikinci yarısından günümüze kadar gelen süreç, insan bedeni ile ilgili politikaların ele alındığı performans sanatı ve türevlerinin örnekleri ile dolu. Bu, Marina Abramovic, Tracey Emin gibi isimlerin de yer aldığı bir süreç ve temelinde 1960’ların hippi hareketi, cinsel özgürlük mücadeleleri ve feminist hareketlerin başkaldırıları yer alıyor. Bu bile başlı başına politik bir gösterge ve bu gösterge, iktidarların bedenler üzerinde kurduğu hegemonyanın varlığının belirtisidir: Bedeni kontrol altına almak ve arzu ettiği şekli vermek. ,
Bugüne kadarki tüm performanslarımda hep “tabularla” bir derdim oldu. Düşünceleri, saf aklın yerine eylemdeki bedenin özgürleştireceğine inanıyorum. Bu noktada önemli tabulardan birisi “cinsellik”. Cinsellik, iktidarların “yasakladığı” alanların başında yer alıyor. Örtük olarak masa altına süpürülen “heteroseksüel” ilişkilerin varlığının yanında, yüz çevrilen “gay/lezbiyen” ilişkilerin normal dışı olarak kodlanması da dikkat çekmek istediğim önemli bir konu.
Bu performanstaki “sevişme”, sanatsal bir eylemdir. İzleyiciler (bakanlar) ise bu sanat etkinliğinin pasif konumdaki okuyucularıdır; ve bu bağlamda etkinlik bir “cinsel gösteri” değil, bir “ahlak” sorununun ele alınmasıdır. Yoksa, seks asli olarak yaşamsal bir gerçeklik. Belki de çalışmada sorgulanabilecek olan, galerideki “sanatın” yeryüzüne inmesi ya da bir gündelik olgu olarak cinselliğin “sanatın fildişi kulesine” çıkması çizgisindeki “sınır ihlali”nin olup olmadığıdır”.
Sergi ertesi gün güvenlik nedeniyle iptal edildi.
Haydarpaşa Garı’nın yanması / Kasım 2010
|
Fotoğraf: AHT
|
28 Kasım Pazar günü evde televizyonu karıştırırken canlı yayında Haydarpaşa’nın yandığını gördüm. İlk canlı yayını veren TGRT’ydi. Daha sonra NTV canlı yayına başladı ve o sırada Twitter’da da Kadıköy’e yakın olan kişiler tweet atıyordu. Durumun ne kadar ciddi olduğunu merak ediyordum. Herkes için anlamlıdır Haydarpaşa Garı. Benim için de yeri farklıdır. Öyle olmasa bile, İstanbul fotoğraflarının en güzel süsü olduğunu biliriz, yılların garıdır ne de olsa. Canlı yayına bağlanan insanlar, havadan müdahale edilmezse kurtarmanın zor olacağını söylerken şaşkın şaşkın yanan Haydarpaşa’yı izledim bir süre. Ve sordum “Neden havadan müdahale edilmiyordu?” Sadece karadan ve denizden müdahale vardı, onlar da yetersizdi. Neyse ki bir buçuk saat sonra yangın söndürüldü ama çatı katı ve dördüncü kat büyük hasar almıştı. Birkaç gün sonra aralık ayına girdiğimizde İstanbul’da yaşamayan insanların “Vay be ne kadar güzel geçmiş bu yıl demek ki” diyebileceğinden emin olduğum 2010 Avrupa Kültür Başkenti reklamları dönmeye başladı. Bilin bakalım reklam hangi görüntüyle bitiyordu? Haydarpaşa Garı. Adeta dalga geçiyorlardı. Haydarpaşa Garı’nda seferler Söğütlüçeşme’den yapıldı bir süre, şimdi normale döndü. Yangının çatı izolasyon onarımı sırasında çıktığı kesinleşti. Ama şimdi AKM’de bir yangın çıksa ve kül olsa kimse hiçbir şeyi kanıtlayamaz bunu biliyoruz. Haydarpaşa Garı eksik de olsa yerinde duruyor…
keşke “bunları unutmuşsunuz” diyemeseydim, çünkü saydıklarınız yeterince ağır zaten!
yine de, hafızayı yitirmeme adına bir iki ekleme yapmama izin verirseniz:
– “yala ama yutma” adlı oyunun sahnelenmemesi için kumbaracı50'nin geçici olarak kapatılması
– idans04'ün beşiktaş'taki yerleştirmesine yapılan saldırı
Eklemeler için çok teşekkür ederim. Atladığım bir şeyler mutlaka vardır diye düşünüyordum ben de içimden. Evet eklemek acı ama tarih tutsun bunları da mutlaka.