Atatürk Kültür Merkezi / Fotoğraf: Şeref Yılmaz |
Atatürk Kültür Merkezi / Fotoğraf: Şeref Yılmaz |
İstanbul’daki galerisini son derece başarılı bulduğum Casa Dell’Arte Galeri’nin, Bodrum’daki butik otelinde çocukların da sanatla iç içe olabileceği bir tatil sunduğunu öğrendim.
DEVAMINI OKU
130 yılı aşkın bir zamandır hayatımızda olan dünyaca ünlü marka Henkel, Henkel Art.Award. isimli şahane bir yarışma düzenliyor. Sanatı teşvik etmek ve sanatçılara destek olmak üzere gerçekleştirilen yarışma Orta ve Doğu Avrupa ile Orta Asya’yı kapsayan tek geniş kapsamlı sanat yarışması olarak biliniyor. DEVAMINI OKU
Benim Sanat Apartmanı diye tabir ettiğim Mısır Apartmanı’nda bulunan Casa Dell’Arte Galeri, yaz sezonunu Bodrum’da açtı. Sezonun ilk sergisi ise resim sanatının önde gelen sanatçılarından Dilek Kutzli’ye ait. DEVAMINI OKU
Geçtiğimiz aylarda Ümraniye’de Anel Grup’un katkılarıyla açılan Galeri 5’in yeni konuğu Hazal Aksoy. “Çoktan Seçmeli Korkular” isimli sergi 4 Temmuz’a kadar ziyarete açık. DEVAMINI OKU
Çevreye duyarlılık moda olma yolunda. Bu trendin Türkiye’deki temsilcisiyse Yusuf Kayı. Başarılı moda tasarımcısı, bulduğu her poşeti hatta kibrit kutusunu tasarımlarında değerlendiriyor. Kumaş ve çeşitli aksesuarlarla atık maddeleri öyle bir harmanlıyor ki, ortaya çıkan kıyafette gözden çıkardığınız bir objenin olması ihtimali sizin birdenbire çevreye duyarlı biri haline gelmenizi sağlayabiliyor. Kendine özgü tasarımlarında kumaşlarını da elleriyle boyayan Kayı’nın, atık malzemeler kullanmadan hazırladığı kıyafetler de var.
Sekiz yıldır moda tasarımcılığı yapan Kayı, farklı boyama teknikleri kullanarak değer kattığı niteliksiz kumaşlardan oluşturduğu tasarımlarıyla kişisel defilelerinin dışında birçok karma gösteride yer aldı. Yalnız bu defilelerin zamanı da kıyafetleri gibi sıradışı. Külkedisinin arabasının balkabağına, kıyafetlerinin de yırtık pırtık döküntülere dönüştüğü saatte podyumda boy gösteriyor, Kayı ile modelleri. 29 yaşındaki tasarımcı geri dönüşüm konseptli ilk defilesini geçen yılın sonunda Bilgi Üniversitesi Otto Santral’de gerçekleştirdi. Böylece atık maddelerle zenginleştirdiği koleksiyonunu ilk kez görücüye çıkarmış oldu.
Kayı’nın defilesinde kıyafetler kadar podyumda salınan insanlar da dikkate değer. Çünkü tasarımcı defilelerinde, çoğunlukla yaşam biçimi ve hayat görüşünü kendine yakın bulduğu, aslında hayatında podyuma ayak basmamış, bedenen ve ruhen hiç de manken olmayan insanlarla çalışıyor. Kayı bu tercihini şöyle açıklıyor: “Nihayetinde kıyafetler sadece modeller için değildir; tüm insanların kullandığı eşyalardır.” Bir giysiyi gün boyu (ya da geceler boyu artık size kalmış) kim giyecekse, podyumda da o taşıyor yani.
Kayı’nın, tasarımdan sonra dikim aşamasında da kendine özgü metotları var. Örneğin, kumaşı kesip dikmek yerine koparıp bağlamayı tercih ediyor. “Spontane işleri seviyorum” diyor Kayı “alışılagelmişin dışında teknikler kullanıp işlerime yaratıcılık katınca kendimi daha iyi hissediyorum.” Kumaşın ham halini koruyup bunu giysinin ruhuna yansıtmak onun için önemli. Bu nedenle kıyafetler defile sırasında bile “üretilmeye” devam edebiliyor. Örneğin podyumda salınan bir modelin üstündeki kendi tasarımı elbisenin askılarını koparıp başka türlü bağlayarak bir anda bambaşka bir şeye dönüştürebiliyor.
Kayı, atık bile olsa tasarımlarında gerçek kürk ve deri kullanmaktan kaçınıyor. Şu sıralar sonbahar aylarında yapmayı planladığı yeni defilesi için çalışan Kayı’nın tasarımları Cihangir’de Lazy ve Eco’da satılıyor. Ama elinizdeki pet şişelerden kendinize bir gelinlik yaptıracaksanız ona bir şekilde ulaşmanız mümkün. (yusuf.kayi@hotmail.com) Kim bilir belki gelecek yıl bu zamanlarda Geri Dönüşüm Haftası’na katılır.
Fotoğraf: Muhsin Akgün |
Girip beş dakikada çıkılamayacak bir yer Milk. Pixel art, pop art, graffiti gibi farklı sanat tarzlarını takipçileriyle buluşturmayı hedefleyen, kendisi de, fikirleri de taze bir üs. Kurucuları Elif Çevik ve Can Başyiğit anlattı…
Milk’in yaratıcılarını tanıyabilir miyiz?
Can Başyiğit: Ben Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nden 2007’de mezun oldum. Milk Gallery’yi Elif Çevik’le beraber kurguladık.
Elif Çevik: Ben de Bilgi Üniversitesi Reklamcılık Bölümü’nden mezunum. Mezun olduktan sonra planlamacı olarak TBWA’da ve sonra Propaganda diye lokal bir ajansta çalıştım. Oraya geçmemle Milk’i açacak zaman kazanmış olduk. Ben çalışmaya devam ediyorum ajansta. O yüzden bütün iş yükü Can’da.
Milk’i kurmaya nasıl karar verdiniz?
Elif Ç.: Benim senelerdir kurduğum bir hayaldi. Aslında internetten sürekli oyuncak siparişi vermekten ve sergileri gezememe gibi bir sıkıntıdan çıktı. Dedik ki neden Türkiye’de böyle bir şey yapılmıyor, açılan tüm galeriler aynı tarzda. Çok daha önce birileri bunu yapmış olmalıydı diye düşünüyorum. Ama bize kısmet oldu.
Açılışınızı Alman pixel art sanatçısı eBoy’la yaptınız. Nasıl geçti ilk sergi?
Elif Ç.: Başlangıcımız çok iyi oldu. eBoy bizim jenerasyonun takip ettiği, ilgilendiği Alman bir kolektif. Pixel art’ın ustası olarak biliniyorlar. Bizim açılışımız için de iyi oldu, beklediğimizin üstünde bir katılım gerçekleşti. Kendi imkânlarımızla açtığımız ve bir sponsor desteğimiz olmadığı için eBoy iletişimimizi de yapmamıza yardımcı oldu.
Can B.: Aslında çok iyi bir stratejik hareket oldu eBoy’la açıyor olmak. Çünkü pixel art’ın da bu kadar yaygınlaştığı, hatta eskimeye başladığı bir dönemde bu serginin gelmesi gerekiyordu Türkiye’ye. Hedef kitle olarak belirlenen 35-50 yaş ve snob galericilik anlayışının birazcık daha dışına çıkmaktı derdimiz.
Türkiye’de sokak sanatı kavramı pek bilinmiyor. Sizin için zor değil mi?
Elif Ç.: Evet, bir de graffitinin çok da sanat gibi kabul edilen bir duruşu yok. Daha varoş sanatı gibi tabir ediliyor, o şekilde var sayılıyor ki hiç ilgisi yok. O yüzden daha fazla mücadele gerekiyor tanıtmak ve kabul ettirebilmek için.
Can B.: Bir şekilde bunları beslemek ve satın alınım değerlerinin olduğunun bilinmesi gerekiyor. Aslında güncel sanattan daha güncel bir şey olduğunu, sokaklarda böyle bir şeyin var olduğunu fark etmek lazım. Çünkü insanların duvarları kırıp işleri eve götürmeye çalıştığı bir dönemde yaşıyoruz.
Türk sanatçıları bu anlamda nasıl görüyorsunuz? Yıllık programınızda ağırlıklı olarak yabancılar var.
Elif Ç: Bu seneki programda sadece iki Türk sanatçı vardı; biri Ayşe Küçük, diğeri Engin Öztekin’di. Fakat daha sonra, açıldığımız ay Rojo’dan bize bir teklif geldi. Rojo Magazine dünyaca ünlü bir dergi ve belirli bir network’ü var. O network’ün içerisinde 24 tane sanat galerisi var ve her biri farklı ülkede. İstanbul’dan da bizi seçtiler. Çünkü onların tarzına en yakın sonuçta biziz. Bununla birlikte onlarla ortak bir proje gerçekleştiriyoruz. Temmuz ayına özel altı Türk sanatçı da biz ayarladık. Hepsi işleri çok iyi olan sanatçılar. Bazıları bilinen, çevresi olan, bazıları daha tanınmayan, isim yapmamış, yeni sanatçılar.
O isimler belli mi?
Can B.: Evet. Bora Başkan, Merve Morkoç, Çağrı Küçüksayraç, Ufuk Atan, Gökhan Okur, Ayşe Küçük temmuzda ‘Stories’ isimli projede yer alacaklar.
Hepsi graffiti sanatçısı mı?
Elif Ç.: Değiller. Çoğu illüstratör. Gökhan aslında motion grafik, yani video tabanlı aslında ama çok iyi işleri var. Kriterimiz daha özgün olan kişileri seçmekti.
Özellikle graffiti sanatçıları açısından da yoksun bir halde miyiz?
Elif Ç.: Evet, çünkü mesela çok bilinen, isim yapmış insanlar var. Onlar da sonuçta zorlanıyorlardı. Bir sergi açtıkları zaman çok satışları olmuyordu, sergilerde çok fazla yer alamıyorlardı. Yavaş yavaş galeriler de ilgilenmeye başladı. Bizim de açılmamızla bu daha da yaygınlaşmaya başlayacak.
Bir de dükkân var. Burada da çok ilginç tasarım ürünleri bulunuyor. Onlar hangi ülkelerden geliyor?
Can B.: Topuklu ayakkabılar Elif’in fikriydi bir kadın olarak.
Elif Ç.: Bu ayakkabıları çıktığından beri takip ediyorum. NDeur diye bir Fransız sanatçı yapıyor, çok da beğeniyordum işlerini. İnternetten bakıyorsunuz, 280 dolar, üstüne yol parası; bireysel olarak almak mümkün değil. İçinizde ukde kalıyor. Madem böyle bir iş yapıyoruz, ayakkabıları da getirelim, sevenleri varsa gelip buradan alsın dedik. Dükkân kısmını daha geliştireceğiz. Planladığımız noktaya gelebilmek için maddi anlamda da desteğe ihtiyacımız var.
Can B.: Genelde Türkiye’de bulunamayacak, ofiste masa üstünde isteyebileceğimiz, gıptayla bakılan ürünleri getirmek istiyoruz. Onların dışında Jeremyville’den tişörtler var. Onlar da çok ilgi görüyor. Sezen Uygur’un ‘Yumuşak Şeyler’ isimli oyuncakları var. İnsanların himo hamuruyla neler yapılabileceğini görmesine olanak sağladık. Beş dakika bakıp çıkacağınız ya da öyle elektriği olan bir yer olmasın istedik. İnsanların bir şeye 15-20 dakika bakabilmesini istedik.
Şahkulu Mah. Galip Dede Cad.
Balkon Çıkmazı 8/A Tünel-Beyoğlu
www.whatismilk.com
Bu sıra taze taze
Milk Gallery’de 31 Mayıs’a kadar görebileceğiniz sergi Matei Apostolescu’ya ait. Apostolescu, Romanya’nın en iyi dijital sanatçılarından kabul ediliyor. İllüstrasyonlarıyla birçok uluslararası yarışmada birinci olmuş, birçok dergide, koleksiyonda ve albümde yer almış. İşlerinden bazıları ‘Illustrative Berlin 07’ sergisinde David Foldvari ve Büro Destruct’ta yer almış. Aynı zamanda bu yazın merakla beklenen, dünyanın en iyi illüstratörlerinin yer aldığı ‘Illustration Now’ kitabı için Taschen tarafından seçilen sanatçılardan.
Demirden bir elbise olarak ahlak
1985 Mardin doğumlu Fatih Tan, Mustafa Kemal Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü 4. sınıf öğrencisi. Tan, bir mizansen olarak tasarladığı fotoğrafı şöyle anlatıyor: “Bu çalışma, tamamıyla kurgusal bir gerçeklikten oluşuyor. Nietzsche bir sözünde, ‘Arzularımız o kadar şiddetlidir ki bazen birbirimizi parçalamak isteriz. Ama topluluk duygusu bizi engeller ve böylece ahlak oluşur’ der. Ahlak burada kurgusal alanın belirleyicisi durumunu alır. Otorite güç veya rıza kullanarak insanlara bir şey dayatır, söylemini oluşturur. Bunu yapan akıldır. Aklın savunmacı ve kurumsallaşmaya dönük yapısı bunu gerektirir. İşte Nietszche’nin hedeflediği, balyozu vurmak istediği nokta burası. Kurgusal olarak biçimlendirilmiş ahlak, bedene giydirilmeye çalışılan demirden bir elbisedir. Beden sabit bir organizma olmadığı için sürekli devinimlerle arzular üretir. Yeni deneyimler yüklenmek ister.”
Değişim arayışının etiketi
Karma serginin sanatçılarından 1974 Almanya doğumlu Nasan Tur, Offenbach Sanat ve Tasarım Akademisi ve Städelschule Frankfurt Sanat Akademisi’nde eğitim gördü. Berlin’de yaşıyor. Tur, çalışmasını şöyle anlatıyor:
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi kapsamında yenilenmek üzere kapıları kapalı olan Atatürk Kültür Merkezi’ni hiç böyle görmediniz; bir daha da böyle göremeyeceksiniz. DEVAMINI OKU
Bugün Taksim Piramid Sanat’ta “Sanat, Sansür ve Özgürlük: Bir SEÇİM Meselesi” isimli paneldeydim. Panelin konuşmacıları Bedri Baykam (Ressam-Yazar), Nejat Yavaşoğulları (Müzisyen), Barış Cihanoğlu (Ressam) ve Orhan Aydın (Tiyatro Sanatçısı)’dı. Alanında başarılı ve şimdiye kadar çeşitli mücadelelerde başı çekmiş isimlerden sanat adına, özgürlük adına birkaç kelam duymak beni kendime getirdi. DEVAMINI OKU