Doğum yerinin ya da alınan eğitimin, hiçbir önemi olmadığını kanıtlayan muazzam bir hikaye okuyacaksınız az sonra. Siverek’te 8 kardeşli bir ailede başlayan, zorunlu göçün ardından İstanbul’da devam eden ve burada ‘hayat’ bulan bir yolculuk bu. En çok da kendini keşfin ne kadar mühim olduğunu gösteren bir öykü. Buyurun; Güvensan Tesis Hizmetleri’nin kurucusu, melek yatırımcı ve son yılların en ilham veren kadınlarından Münteha Adalı ile tanışın.
Odasına girer girmez, çekiyor beni yanına, “Bak sorularını yanıtlamaya başladım” diyor, heyecanla. Hazırlık yapması için gönderdiğim sorulara göz atmakla kalmamış, başlamış yanıtlamaya. Tabii biz ilk sorudan, yeniden başlıyoruz konuşmaya. Önce o bana soruyor, “Nerelisin, ne okudun, şimdiye kadar neler yaptın?” diye. Küçükken gazeteci olmak istemesi boşuna değilmiş diyorum, röportajın sonlarına doğru. Karşımda benden daha heyecanlı bir kadın var; güleç, içten ve hikayesini anlatmaya hevesli… Yaşadığı her gerçekliği gururlanarak anlatan, coğrafyasına sadık ve değerlerinin onu bugünlere getirmesinde büyük rol oynadığının altını sürekli çizen Münteha Adalı ile sohbetimiz, size de çok iyi gelecek.
Fotoğraflar: Begüm Özpınar
Siverek’te başlayan çok anlamlı ve ilham veren bir başarı hikâyeniz var. 8 kardeştiniz ve o zamanlar, o şartlarda neler hayal ediyordunuz?
Bu soruyu okuyunca hayal edip etmediğimi düşündüm ve net bir şey hatırlamadım. Sadece bir şey biliyordum; ben ne yaparsam yapayım mutlaka her şey çok iyi olacaktı.
Kız kardeşlerinizin, bireysel gelişiminizde çok önemli bir yeri var. Kardeşlerinizle nasıl bir ilişkiniz vardı anlatır mısınız?
Sekiz kardeşin yedincisi ve altıncı kızı olmama rağmen korunan, sevilen bir çocuktum. Benim mutluluğum için harcanan emek ve çabaları hatırlıyorum. Herkesin kardeşiydim, hala da ailenin küçüğü olmanın keyfini yaşıyorum. Ne kadar büyürsem büyüyeyim; küçük olma durumu, hem çok iyi hem çok kötü olmasa da, fena bir şey.
Anne-babanızla nasıl bir ilişkiniz vardı? Anneniz kız kardeşlerinizle birlikte bir rol model miydi sizin için?
Harika bir ilişkimiz vardı. Rahmetli babamın sevgisi, keyfi, neşesi hep aklımda. Aileyi bir arada tutan; sevgiyi hayatının ön planında tutan bir adamdı. Annem aile içi düzen ve kurallardan sorumluydu. Vizyonu olan, mükemmeliyetçi bir kadın… Etkileri kaçınılmaz, hayatımızın değişmeyen gerçekleri ailelerimiz…
Terör nedeniyle 1979 yılında İstanbul’a gelmişsiniz. Bu köklü değişikliği yaparken nasıl hissettiniz? İstanbul’da ilk zamanlar zorlandınız mı, neler yaşadınız?
Korunaklı hayatın dışına çıkmanın, zorun ne demek olduğunu anladığım yıllar. Kabul görme kaygım, “ben de varım” deme çabam, kendimi keşfetme yıllarım… “Ne yaparsam aradaki açık kapanır?” diye kafayı yorduğumu hatırlıyorum. Sıradan olmamak için tek sahip olduğum şey olan kendi keşfim ve akıllı çalışmanın gerekliliğini, erken yaşlarda anlamanın şansı ile yoluma devam ettim, ediyorum.
Liseyi köklü liselerden olan Erenköy Kız Lisesi’nde okumuşsunuz. Lise yıllarınız nasıl geçti?
Çevremi ve kendi keşfimin dışında sadece kendimden sorumlu olduğum en keyifli yıllardı. Böyle olması için çaba gösterirken, aynı zamanda her şeye adaptasyon süreci ise yorucuydu.
“Açık öğretim, özgür ruhuma iyi geldi”
Mücadeleci, fark yaratmak isteyen ve kendiyle barışık bir yapınız var. Bu özelliklerinizi ilk ne zaman fark ettiniz ve bunların çok kıymetli şeyler olduğuna karar verdiniz?
En büyük sermaye kendimiziz. Sahip olduklarım ile yola devam etmekten başka çarem, başka fırsatım yoktu. Dışarıdan kendimi donanımlı hale getirme farkındalığım da yoktu. Bu nedenle içime dönmek gerektiğini anladım. Sorun bensem çözümünde de ben varım. Başkaları ile aradaki farkı kapamak çok zor ama kendimle olan farkı kapamak daha kolaydı, çünkü mesafede çok daha kısaydı.
Lisenin ardından, o zamanlar ve hala, insanların bir şekilde girdiği ama çoğunlukla bitiremediği Açık Öğretim Fakültesi’ne gitmeye nasıl karar verdiniz?
Siverek’te aldığım ilk ve orta eğitiminin temeli, İstanbul’da lise eğitimi için çok yeterli değildi. Ancak boşlukları kapamaya çalıştım, anlamadığım çok konu vardı. İyi bir üniversitede okuma puanı için yeterli altyapım yoktu. Açık öğretim, özgür ruhuma iyi geldi; sınırlar yok, kurallar yok, olanlar da net ve belli: çalış, sınava gir ve geç. Kendim için yatırım yapacağım bireysel yıllar, diye düşündüm.
Açık Öğretim Fakültesi’nde okumasaydınız ne okumak isterdiniz? Siz burayı bir avantaja çevirdiniz, bunu nasıl başardınız?
Çocukluğumda hostes, sonra da gazeteci olmak istiyordum. İkisi de insan ve mekan keşfiyle ilgili; tam bana uygunmuş. İnsanın iç sesini dinlemesi ne kadar doğru… Açık öğretim mezunu olmayı avantaja çevirmedim ama yapmak istediklerimi hayata geçirmek ile avantaj sağladığımı düşünüyorum. Sahip olduğumuz diplomalar biz değiliz ki; asıl biz, yapmak istediklerimiz. Diploma insanı taçlandırır ama biz ve sahip olduklarımız gerçeğini değiştirmez.
Üniversite eğitiminizin ardından hemen bankada çalışmaya başladınız. Buradaki görevleriniz neler oldu?
Açık öğretim mezunu olmam; göz ardı edilen ve kapanmak üzere olan Tarlabaşı şubesinde başlamama neden oldu. İlk üç ay Türk parasında çalıştım, sonra yabancı parada olursam fark edileceğimi gördüm; ne yaptım ettim yabancı paraya geçtim. Bilgisayarın olmadığı, kapanacak olan bir şubede daktiloda ithalat/ ihracat yaparak, aslında daha çok öğrenerek kendimle uğraşmaya devam ettim. Üçüncü yılda bankanın dış ticaret konusunda eğitmeni oldum; artık hem şubede çalışıyordum hem de kariyer planlamada eğitmendim. Göz ardı edilmeyi fırsata dönüştürmenin keyfini gördükçe, hayatımda hep eksileri artıya çevirme durumu; bende ‘zor’ algısını değiştirdi.
“Eşimin girişimcilik kararımda yanımda olması en büyük gücümdü”
Bankacılık deneyiminin size neler kattığını düşünüyorsunuz?
Dokuz yıl bankanın her departmanında çalıştım bana çok değerli tecrübeler sağladı. Müthiş hikaye biriktirdim. Paradan daha kıymetli şeyler gördüm. İtibar ve güveninin, olmazsa olmazım olmasının ne kadar önemli olduğunu anladım. Tarlabaşı, Taksim, Fındıklı üçgeninde çalışmak, anlatılmaz yaşanır. İletişim gücümü, organizasyon yeteneğimi, farklı düşünüp farklı baktığımı keşfettim. Dinmeyen öğrenme heyecanımı, dinlemeyi öğrendim.
1996 yılında Güvensan Tesis Hizmetleri’ni kurdunuz. Bankacılık tecrübesinin ardından girişimci olmaya nasıl karar verdiniz?
Kendi işimi yapma arzum, daha doğrusu özgür olmak, kendi etki alanımı yaratma isteğim hep vardı. Benim zamanımda girişimci olma kavramı bu kadar çok konuşulan bir durum değildi, kendimi donanımlı olduğumu hissettiğim anda ayrıldım. Bu kararımda en etkili olan şey eş seçimimdi. Özgürlük bana gelmezdi benim ona gitmem gerekiyordu. Hayat bakış açısı ile aynı hedefi olan, kendinden emin, kadın cinsiyetine takılmayan toplumun; bu konuda baskısını yönetebilen akıllı eşimin girişimcilik kararımda yanımda olup desteklemesi en büyük gücüm oldu.
“İşimizi doğru yapmak odak noktamız oldu”
Şirket kısa sürede büyük bir gelişme göstermiş. Sizin neyi ya da neleri farklı yaptınız?
Ofsayttan gol atınca kabul olmaz ama benimkisi girişimcilikte bu durumu gole çevirme başarısı diyebiliriz. “Ve her şey temizlik ile başladı…” bizim mottomuz. Bilmediğiniz alanlarda öğrenme ve keşif süreci, rakipler, sektör çalışanları ve müşteri üçgenini iyice anlamak, beklenti ve sorunları görerek neyi yapıp neyi yapmamamız gerektiğinin en güzel çıkış noktasıydı. Sektörün algısı negatif. Çok değerli işi, çok değerli insanlarla yapıyorsunuz ama bu değeri anlayan tarafın farkındalığını artırmam gerektiğini gördüm. Çalışan vasıfsız ve yaptığı işten dolayı kendini değerli görmüyor. Dışarıdan algısı da onda bu değersizliği yaratmış.
Bu nedenle insan kaynağının iyileştirilmesi ana konumuz oldu. Güvensan Akademi’yi kurarak içeride işe uygun insan kaynağını yetiştirmekle başladık. Dolaylı olarak sektöre de vasıflı eleman yetiştirdik ve devam ediyoruz. ‘Ticarette her yol mubahtır’ lafını hiç sevmiyorum. Yola nasıl çıkarsanız öyle de devam eder. Para kazanana kadar sektörün yarattığı handikaplarla uğraşmak yerine, olması gereken pahalı zannedilen en kolay yolu seçtik, işimizi doğru yapmak odak noktamız oldu. Sektörün gidişatını iyi takip etmeniz gerekiyor. İki yıldır “Yerel firma olmanın gücü ile hizmet üretimi” öneminin altını çiziyoruz. Yerel olmanın sağladığı faydalar çok önemli.
Nasıl bir yöneticisiniz peki?
Hayatım boyunca yaptığım her şeyin karşılığını görmeyi, sonuç odaklı olmayı sevdim. Laf olsun diye hiçbir çalışma içinde olmak istemedim; çünkü bunun yaratıcılığımın ve enerjimin en büyük engeli olduğunu fark ettim. Yaptığım her işte anlam ararım ve nasıl ifade edip nasıl hikayeleştireceğime konsantre olurum.
2004’ten bu yana sivil toplum kuruluşlarında da aktif olarak rol alıyorsunuz. Sizin için sivil toplumda yer almanın önemi nedir?
Hayattan aldıklarınızı geri verme zamanı. Edindiğiniz tecrübeleri paylaşma, ölüme giden yolda hafiflemenize yardımcı olur. Benim STK anlayışım; kendisiyle hesaplaşmasını halletmiş, artık toplumun değişimine aracılık etmeye hazır, hiç tanımadığı birileri için maddi, manevi bir şeyler yapma dönemidir.
“Özgür olduğunuzda yaratıcılığınız artar”
“Gelenek göreneklerimiz, eğitimli / eğitimsiz tüm kadın ve erkeklerin en büyük engeli. Farkındalık gerekli” demişsiniz. Siz bu engellerle ne derecede karşılaştınız ve bazı şeyleri ailenize, çevrenize kabul ettirirken neler yaşadınız?
Kendimi bildiğimden beri; bildiğim, hissettiğim, yazılı olmayan kurallar sistemini hissetmeyen var mı bilmiyorum. Bu söylemim maalesef hala geçerli ve kendini bu kadar koruyan, her şey değişirken değişime meydan okuyan ağır bir yargı sistemi var. Bu sistemin mağduru, aynı zamanda yargılayanı da. Bizim gibi toplumların en büyük engeli. Gelenek ve göreneklerin en güzel tarafları, bizim en güçlü olduğumuz konuları ön planda olmalıyken (misafirperverlik, paylaşım gibi) bizi aşağıya çeken bazı kavramlar ise silah gibi kullanılıyor. Benim çıkış noktam; kabulü var gibi gözüküp kendi yolunu köstebek gibi bulmaktan geçmesi oldu.
Özgürlüğünüze çok düşkün olduğunuzu sıklıkla söylüyorsunuz. İnsan özgür hissedince bunun geri dönüşü nasıl oluyor?
Öncelikle özgür olduğunuzda; yaratıcılığınız artar, yenilikçi olur, denemekten korkmazsınız, risk alabilme kabiliyetiniz artar, cesaretle daha ilerisini keşfetme, kendinizi zorlama arzunuz sanırım ölene kadar devam eder. Tek engelim olur sağlık, şimdi de buna yatırım yapma zamanım.
Melek yatırımcılık da yapıyorsunuz. Yatırımlarınızı yaparken girişimlerde nelere dikkat ediyorsunuz?
Arya Kadın Yatırım Platformu 2013’te Ahu Serter’in fikri ile kuruldu. Biz buna Paylaşım Platformu diyoruz. “Biraz iyilik yap, biraz öğren ve maddi ve manevi çokça kazan” mottosuyla kadın şirketlerine yatırımcı buluyoruz. Girişimcilerin yatırım alma süreçlerinde aldıkları eğitimler ve mentorlük ile kendilerini, şirketlerini gözden geçirme fırsatı yakalıyorlar. Çünkü bazen konunun para olmadığını fark ediyorlar. Mentorlük ve network, bazı girişimciler için paradan daha fazla ön plana çıkabiliyor. Yatırım yaparken odak noktam sektör fark etmeksizin, beni öğrenme ve keşfetmek için heyecanlandıran girişim ve girişimci olmalı diyebilirim. Yatırımcılık bilmediğim alanlarda olma isteğime cevap veriyor.
Girişimcimin; iş fikri, şirketine olan inancı, vazgeçmemesi, yaratıcılığı, çalışkanlığı, takımı ve şirketini yönetme şekli çok önemli. Şirketin büyüme potansiyeli, bu süreye girişimcinin katacağı hız ve yatırım aldıktan sonra hedefler listesi ve yapılacakların dürüstçe ulaşılabilir olması önemli noktalardan biri. Girişimci ve yatırımcının uyumlu olması gerekiyor. Yatırımcıları iyi tanımaları önemli.
Sizin gibi Güneydoğu’da yaşayan, yaşamış kişiler için onların da sizin gibi kabuğunu kırması için neler yapıyorsunuz?
Kabuk varsa; bu sadece yaşadığım bölge ile ilgili değil, memleket sorunu olan ve geneli kapsayan bir kabuk var. Bunu yok sayamazsınız ama onunla yaşamak zorunda olmadığımızı bilmek, sanırım kabuğu ilk çatlatacak gerçeğimiz. Benim savaşım kimseyle değildi, kendimleydi. Olmak istediğim yere giden yolun; kavga etmeden, ağız tadını bozmadan, akıllı mücadeleden geçmesi önceliğim oldu.
Bu söyleşi BW Türkiye dergisinde yayımlanmıştır.