Oyun sonrası izlenimlerOyunu kara komedi diye duyuruyorlar. Evet derinlerdeki ‘kara’ olma durumu doğru. Ama birçok yerde komedi o kadar doruklarda seyrediyor ki, neredeyse tamamen komediye dönüşüyor.
Oyun başladığındaki ilk hissimin “film gibi” olduğunu not almışım defterime mesela. Evet müzikler, dekor ve ışığın da etkisiyle ve aslında en çok da salonun oyuna dahil edişiyle bir filmde gibisiniz. Bu iyi bir şey değil aslında. Niye tiyatroyu filme benzetelim ki? Sadece tiyatronun doğal haliyle bunu başarmasının zor olduğu anlatmak istediğim.
Yağmurlu bir havada babalarını defneden iki adamı görüyoruz. Eve dönüyorlar ve hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyorlar. Bir şeyler ters gidiyor ama ne? En yakın dostları Peder Welsh onları sık sık ziyaret ediyor. Peder, içine kapanık, ne yapmak istediğini tam olarak bilemeyen ve biraz da alkolik. İnsanlarla dertleşmeye başladığı an, herkesin ağzından aynı sözcükler dökülür: “İnanç krizi mi yaşıyor yine?”
Bu durum karşısında üzülen kardeşler Coleman ve Valene, “İsa’ya şikayet edeceğiz seni sonunda!”
Bu iki kardeş sürekli didiniyor. Valene, takıntılı. Heykelleri var onları seviyor, korumaya çalışıyor. Babasının mirası ona kaldığı için evdeki tüm eşyaların üzerinde V yazıyor. Bu sahipliği de her fırsatta dile getiriyor. Bu durum Coleman’in canını sıkıyor elbette.
Şimdiye kadarki en uzun blog yazılarımdan biri oldu sanırım. Aşağıdaki metni de katarsak öyle. Oyunu daha fazla açık etmek istemiyorum. Oyunun yönetmeni Serkan Üstüner‘in Yan Etki ekibi olarak ilk yönetmenlik denemesi. Deneme de denmez çünkü artık onun iyi bir yönetmen olduğunu oyundan sonra anlıyorsunuz. Oyunun yazarı başarılı oyun yazarı Martin McDonagh ve çeviri & dramaturji ise Elif Baş‘a ait.
Cennet, cehennem, intihar, katil, itiraflar… Son olarak çok güleceğinizi ve o iki kardeş arasındaki özellikle şu diyalogun sizi etkileyeceğini garanti ediyorum: “Gitmeni istemedim, yalnız kalırdım, özlerdim…”
Touch İstanbul’da yayınlanan yazının orijinalidir (Dikkat aşağıdaki yazı oyun izlenmeden yazılmıştır)
Cinayetlerin işlendiği, kardeşlerin bile birbiriyle çıkar ilişkisine girdiği, yapayalnız insanlar kasabasında pederin tek isteği var: Sevgiyi uyandırın! Yanetki’nin Yalnız Batı’sı İkinci Kat’ta başlıyor…
İstiklal Caddesi’nde Tünel’e doğru yürürken Barcelona Pastanesi’nin sokağından hızlıca dönüp İkinci Kat’a çıktım ve usulca Yalnız Batı’nın provasına girdim. Yönetmen Serkan Üstüner’in ciddi tavırlarıyla oyuncuları yönlendirmeleri ve Deniz Karaoğlu’nun esprili oyunculuğuyla çok eğlenceli bir ekip bir araya gelmiş. Bu eğlenceli ekibe sorularımla dahil oldum ve evet, ben de çok eğlendim.
Bir kasaba ve bu kasabada ardı arkası kesilmeyen cinayetler. Öyle ki kasaba halkı cinayetlere karşı çoktan duyarsızlaşmış. İki kardeş, bir peder, bir de kasabanın olmazsa olmazı, güzeli var. Çocukluktan bu yana birbiriyle didişen kardeşleri bir araya getirmeye çalışan peder, aslında yalnızlığın etrafında dönüp duruyor. Hangi yalnızlık mı? Şu an birçoğumuzun yaşadığı ‘kalabalıklar içindeki yalnızlık’.
Oyunun yönetmeni Serkan Üstüner, oyunu şöyle anlatıyor: “Oyunun isminden de yola çıkarsak, buradaki ‘yalnız’ kelimesi önemli. Modern yalnızlık tanımını anlamak lazım. Modern yalnızlık, insanın etrafında hiçkimsenin olmayıp bir başına kaldığı yalnızlık değil, kalabalıklar içindeki yalnızlık. Batı diye geçmesi de aslında bizi de içeriyor. Sanayileşmiş, modernleşmiş, kalabalıklaşmış, sosyalleşmiş, internet vs. her şey var içinde. İyice kalabalıklaşmış bir dünyanın içinde kendini yapayalnız hissetme durumundan bahsediyor.”
Oyunda sadece ahlak değil, insana ait değerlerin de kaybolması anlatılıyor. İnsanlar içindeki sevgiyi unutuyor ve bu boşluğu somut şeylerle doldurmaya çalışıyor. Fakat insanî değerlerin yerini yine onlarla dolduramadığı zaman saçma ve kötücül bir dünya ortaya çıkıyor. İşte bu kasabada olanlar da böyle. Bir zaman sonra bu kötü olan şeyler de sıradanlaşıyor.
Üstüner, bu iç karartıcı gibi görünen hikayeyi çok keyifli bir yerden anlattıklarını söylüyor. Gerçekten iki kardeşin geçinememesi, pederin başına gelenler ve koca yalnızlık ancak bu kadar eğlenceli anlatılabilirdi.
Kasabanın güzeli Girleen (Damla Sönmez)
Kasabanın güzel kızı Girleen karakterini canlandıran Damla Sönmez’e göre, yaşadıkları kasaba biraz ahlak değerlerini, etik kuralları kendi işlerine geldiği gibi anlayan bir kasaba. Girleen de bunun içinde ne kadar sevimli bir kız olabilirse o kadar sevimli ve pedere aşık. Oyun irlanda’da geçse, ahlak değerleri vs. bunlar aslında o toplumca yaşanan şeyler. Toplumlar bunu gerçekten kendi işlerine geldikleri gibi algılayabiliyorlar. Uzun süre böyle devam edince doğru olan buymuş gibi gelmeye başlıyor insanlara. Biraz acımasız bir oyun.
Kasabanın pederi Welsh (Murat Mahmutyazıcıoğlu)
İnançla ilgili biraz meselesi olan ve kasabanın özelliği sebebiyle, cinayetler işleniyor, intiharlar oluyor, bunları engel olamadığı için de kendisini suçlayan ve bu evdeki iki kardeşi barıştırmayı da amaç olarak görüyor ve bunun için çabalıyor. Oyun boyunca onu görüyoruz.
Kardeşlerden Valene (Faruk Barman)
İki kardeşten biriyim. Benim karakterim daha çok bencil, biraz maddiyatçı, olayları kendi çıkarına döndürmeye çalışan bir tip, biraz kötü bir karakter aslında. Kardeşinin işlediği bir suçu ona koz kullanarak kullanıyor. İki kardeş sürekli didişiyor ve peder bizi barıştırmaya çalışıyor.
Kardeşlerden Coleman (Deniz Karaoğlu)
Coleman bir cinayet işliyor. Kasabada bu tip cinayetler çok var. Kasabalılar cinayetlere duyarsızlaşmış durumda. Oyun bunların çerçevesinde dönüyor ama daha çok kara komedi diyebileceğimiz bir oyun.
Künye
Yazan: Martin McDonagh
Yöneten: Serkan Üstüner
Çeviren & Dramaturji: Elif Baş
Oyuncular: Deniz Karaoğlu, Faruk Barman, Damla Sönmez ve Murat Mahmutyazıcıoğlu
Oyun tarihleri: 23, 30 Kasım