İki kardeş neden sevmez birbirini? Normal bir sevmemek de değil, yeri geldiğinde öldürmek istercesine sevmemek. Gibi görünüyor aslında. İçeride, en derinde küçücük ama çok güçlü bir sevgi var, ikisi de belli edemiyor, o kadar.
Tabii bu kahkahaları atan bir ben değildim. Provada tüm ekip bu ikilinin hallerine gülüyordu. Provasını izlediğim bölümün ilerleyen dakikalarında ‘Bornova Bornova’ filmindeki performansıyla tanıdığımız Damla Sönmez girdi sahneye. Burada da gayet iyi bir oyunculuk sergiliyordu. Kasabanın sevilen ve paylaşılamayan kızı Girleen. Bir de o gün provada izleyemediğim ama Murat Mahmutyazıcıoğlu (Peder Welsh) var oyunda.
Bu arada kırmızıyla yazacağım bu cümle çok önemli: 23 ve 30 Kasım tarihlerinde bu ayın son oyunlarını oynuyorlar ve yer kalmıyor, acele edin!
Son dakika! 27 Kasım 19:00’a da ek gösterim konmuş!
Oyun sonrası izlenimler
Oyunu kara komedi diye duyuruyorlar. Evet derinlerdeki ‘kara’ olma durumu doğru. Ama birçok yerde komedi o kadar doruklarda seyrediyor ki, neredeyse tamamen komediye dönüşüyor.
Oyun başladığındaki ilk hissimin “film gibi” olduğunu not almışım defterime mesela. Evet müzikler, dekor ve ışığın da etkisiyle ve aslında en çok da salonun oyuna dahil edişiyle bir filmde gibisiniz. Bu iyi bir şey değil aslında. Niye tiyatroyu filme benzetelim ki? Sadece tiyatronun doğal haliyle bunu başarmasının zor olduğu anlatmak istediğim.
Yağmurlu bir havada babalarını defneden iki adamı görüyoruz. Eve dönüyorlar ve hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyorlar. Bir şeyler ters gidiyor ama ne? En yakın dostları Peder Welsh onları sık sık ziyaret ediyor. Peder, içine kapanık, ne yapmak istediğini tam olarak bilemeyen ve biraz da alkolik. İnsanlarla dertleşmeye başladığı an, herkesin ağzından aynı sözcükler dökülür: “İnanç krizi mi yaşıyor yine?”
Bu durum karşısında üzülen kardeşler Coleman ve Valene, “İsa’ya şikayet edeceğiz seni sonunda!”
Bu iki kardeş sürekli didiniyor. Valene, takıntılı. Heykelleri var onları seviyor, korumaya çalışıyor. Babasının mirası ona kaldığı için evdeki tüm eşyaların üzerinde V yazıyor. Bu sahipliği de her fırsatta dile getiriyor. Bu durum Coleman’in canını sıkıyor elbette.
Şimdiye kadarki en uzun blog yazılarımdan biri oldu sanırım. Aşağıdaki metni de katarsak öyle. Oyunu daha fazla açık etmek istemiyorum. Oyunun yönetmeni Serkan Üstüner‘in Yan Etki ekibi olarak ilk yönetmenlik denemesi. Deneme de denmez çünkü artık onun iyi bir yönetmen olduğunu oyundan sonra anlıyorsunuz. Oyunun yazarı başarılı oyun yazarı Martin McDonagh ve çeviri & dramaturji ise Elif Baş‘a ait.
Cennet, cehennem, intihar, katil, itiraflar… Son olarak çok güleceğinizi ve o iki kardeş arasındaki özellikle şu diyalogun sizi etkileyeceğini garanti ediyorum: “Gitmeni istemedim, yalnız kalırdım, özlerdim…”
İstiklal Caddesi’nde Tünel’e doğru yürürken Barcelona Pastanesi’nin sokağından hızlıca dönüp İkinci Kat’a çıktım ve usulca Yalnız Batı’nın provasına girdim. Yönetmen Serkan Üstüner’in ciddi tavırlarıyla oyuncuları yönlendirmeleri ve Deniz Karaoğlu’nun esprili oyunculuğuyla çok eğlenceli bir ekip bir araya gelmiş. Bu eğlenceli ekibe sorularımla dahil oldum ve evet, ben de çok eğlendim.
Oyunun yönetmeni Serkan Üstüner, oyunu şöyle anlatıyor: “Oyunun isminden de yola çıkarsak, buradaki ‘yalnız’ kelimesi önemli. Modern yalnızlık tanımını anlamak lazım. Modern yalnızlık, insanın etrafında hiçkimsenin olmayıp bir başına kaldığı yalnızlık değil, kalabalıklar içindeki yalnızlık. Batı diye geçmesi de aslında bizi de içeriyor. Sanayileşmiş, modernleşmiş, kalabalıklaşmış, sosyalleşmiş, internet vs. her şey var içinde. İyice kalabalıklaşmış bir dünyanın içinde kendini yapayalnız hissetme durumundan bahsediyor.”