Studio 9 İstanbul, Nişantaşı’nın göbeğinde Mim Kemal Öke Caddesi’nde, yeni açılan bir galeri. Aslında sadece bir galeri demek yetersiz kalır ama onlar kendilerini bir galeri olarak tanımlıyorlar, şimdilik. 9’un anlamı ise tahmin edileceği üzere eski kapı numarası. İçeri girdiğinizde sıcak gülümsemeleriyle galeri ekibi karşılıyor sizi.
Studio 9 İstanbul’un alt katında yer alan Francesco Albano eserleri |
Studio 9 İstanbul, iki kattan oluşuyor. Ana giriş, sergi alanı olarak kullanılırken alt kat enstalasyon ve performans sanatları için ayrılmış. Dünyanın her yerinden sanatçıları İstanbul’a davet ettikleri gibi galeri profiline uyan çağdaş Türk sanatçılarının işlerine de yer vermeyi planlıyorlar.
Eser sahibi: Francesco Albano |
Eser sahibi: Jonah Samson |
Jonah Samson’ın minyatür heykellerine bayılacaksınız! Şiddet, ahlaksızlık, cinayet gibi kavramları kara mizahla çok iyi anlatıyor. Marie-Lou Desmeules ise canlı modelleri; boyama teknikleri, kumaşlar, materyaller ve hayalgücü ile değiştirerek Desteklesem dışına çıkartıyor ve yaşayan bebeklere dönüştürüyor. Bakmaya çekindiğiniz ama baktıkça içine girdiğiniz rengarenk eserler.
Eser sahibi: Jonah Samson |
Ve çıkmadan bir sonraki serginin detaylarını da öğreniyoruz: Renkli boyama kalemlerine bambaşka anlamlar getiren İngiliz sanatçı Charlie Swan, kişisel sergisiyle şubat ayında Studio 9 İstanbul’da.
Metin Göktepe ile ilgili şimdiye kadar bloga bir şey yazmamış olmam, yazamamış olmamdandır. Şimdi niye yazıyorum? Şimdi yazıyorum çünkü yazmamanın dayanılmaz olduğu günlerdeyiz.
Bugün gazeteciler hem öldürülüyor hem hapse atılıyor. Bugün gazeteciler yaşayamıyor!
Metin Göktepe’ye
Metin’in kafasında bir darp var
Polis karakolundan morga kadar
Mosmor
Bir darbe var
Yüreğimizde beynimizde
Soruyor bir işaret fişeği
Biz ölerek mi yaşamayı öğreneceğiz hâlâ…
Can Yücel
Bu fotoğraf, Metin Göktepe’nin bugünkü anmasından bir kare. Annesi Fadime Göktepe. Elinde bir fotoğraf. Fotoğrafta kendisi ve şu an tutuklu olan gazeteci Ahmet Şık. Başka söze gerek yok.
Birinci fotoğraf http://lucarelli-breitner.blogspot.com/ adresinden alınmıştır.
İkinci fotoğraf, bugünkü anmadan Gülşah Karadağ’ın çektiği fotoğraf.
Bu hafta iki oyun, bir konser izlenimi ile buradayım. Krek’te Bayrak’ı izledim; Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali kapsamında Rémi De Vos’un Sana Bir Şey Söylememe İzin Ver oyun okumasındaydım. Bir de Garajistanbul’da çok da iyi olmayan bir Rox konserindeydim. DEVAMINI OKU
İki kardeş neden sevmez birbirini? Normal bir sevmemek de değil, yeri geldiğinde öldürmek istercesine sevmemek. Gibi görünüyor aslında. İçeride, en derinde küçücük ama çok güçlü bir sevgi var, ikisi de belli edemiyor, o kadar.
Oyun başladığındaki ilk hissimin “film gibi” olduğunu not almışım defterime mesela. Evet müzikler, dekor ve ışığın da etkisiyle ve aslında en çok da salonun oyuna dahil edişiyle bir filmde gibisiniz. Bu iyi bir şey değil aslında. Niye tiyatroyu filme benzetelim ki? Sadece tiyatronun doğal haliyle bunu başarmasının zor olduğu anlatmak istediğim.
Yağmurlu bir havada babalarını defneden iki adamı görüyoruz. Eve dönüyorlar ve hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyorlar. Bir şeyler ters gidiyor ama ne? En yakın dostları Peder Welsh onları sık sık ziyaret ediyor. Peder, içine kapanık, ne yapmak istediğini tam olarak bilemeyen ve biraz da alkolik. İnsanlarla dertleşmeye başladığı an, herkesin ağzından aynı sözcükler dökülür: “İnanç krizi mi yaşıyor yine?”
Bu durum karşısında üzülen kardeşler Coleman ve Valene, “İsa’ya şikayet edeceğiz seni sonunda!”
Bu iki kardeş sürekli didiniyor. Valene, takıntılı. Heykelleri var onları seviyor, korumaya çalışıyor. Babasının mirası ona kaldığı için evdeki tüm eşyaların üzerinde V yazıyor. Bu sahipliği de her fırsatta dile getiriyor. Bu durum Coleman’in canını sıkıyor elbette.
Şimdiye kadarki en uzun blog yazılarımdan biri oldu sanırım. Aşağıdaki metni de katarsak öyle. Oyunu daha fazla açık etmek istemiyorum. Oyunun yönetmeni Serkan Üstüner‘in Yan Etki ekibi olarak ilk yönetmenlik denemesi. Deneme de denmez çünkü artık onun iyi bir yönetmen olduğunu oyundan sonra anlıyorsunuz. Oyunun yazarı başarılı oyun yazarı Martin McDonagh ve çeviri & dramaturji ise Elif Baş‘a ait.
Cennet, cehennem, intihar, katil, itiraflar… Son olarak çok güleceğinizi ve o iki kardeş arasındaki özellikle şu diyalogun sizi etkileyeceğini garanti ediyorum: “Gitmeni istemedim, yalnız kalırdım, özlerdim…”
Oyunun yönetmeni Serkan Üstüner, oyunu şöyle anlatıyor: “Oyunun isminden de yola çıkarsak, buradaki ‘yalnız’ kelimesi önemli. Modern yalnızlık tanımını anlamak lazım. Modern yalnızlık, insanın etrafında hiçkimsenin olmayıp bir başına kaldığı yalnızlık değil, kalabalıklar içindeki yalnızlık. Batı diye geçmesi de aslında bizi de içeriyor. Sanayileşmiş, modernleşmiş, kalabalıklaşmış, sosyalleşmiş, internet vs. her şey var içinde. İyice kalabalıklaşmış bir dünyanın içinde kendini yapayalnız hissetme durumundan bahsediyor.”