Belki de tüm ihtiyacımız olan kendimize sanat eseri gibi özenli davranmak. Human Art bize bunu öğretiyor ve yaşama başka gözlerle bakmamızı sağlıyor. Human Art’ın kurucusu Derya Demir ile buluştuk ve hayatın kucak açtığınızda her şeyin nasıl da değişebileceğini konuştuk.
İnsan, hayatının belli dönemlerinde çekip gitmek, hiç konuşmamak, öylece durmak istiyor. Bu anların bir sonraki adımını kimse bilmiyor. Herkesin yolculuğu farklı ve biricik… Bazıları bir adım öne çıkıyor, çünkü bu süreci kendi yöntemlerini bularak atlatıyor ve bu ferahlığın yöntemlerini de herkese yaymak istiyor. Kendi yolculuğunun devamı olarak insanlara faydalı olmayı düstur edinen isimlerden biri de, Derya Demir. Bazılarınız onu yıllar önceki başarılı küratör ve galerici kimliğiyle tanıyor olabilir. Derya, son iki yıldır kendine sanat eseri özeni gösterdiğini söylüyor ve bu yolculuk sonunda keşfettiği tüm güzellikleri Human Art ile bizimle paylaşıyor.
Seni şu an bulunduğun noktaya getiren önemli dönemlerden biri de eminim çocukluğun… Nasıl bir çocukluk geçirdin?
Ben çocukluğumdan beri çok fazla hikaye yazan ve resim yapan bir insandım. Ama annemin farklı düşünceleri yüzünden bir yandan da matematik ve fen bilgisine de beynim çalışıyordu. Ruhum şarkı söyleyip resim yaparken, bedenim Tübitak’ta fen, biyoloji, matematik soruları çözüyordu. İlkokul yıllarımda da lisanslı bir hentbolcuydum. Bu da, annemle babamın ilk kavgalarından biridir. Annem, “Sporu bırakacak, Anadolu Lisesi sınavına hazırlanması lazım” dedi. Babam da, “Sporda çok iyi, devam etsin. Tersine bu durum iyi gelir onun hayatına” dedi, ama annem kazandı. Ve ben çok sevdiğim halde sporu bıraktım; daha çok ders çalışan bir insan haline geldim. Balıkesir’de büyüdüm bu arada.
Bu karmaşadan sonra üniversitede hangi bölümü tercih ettin peki?
İstanbul Teknik Üniversitesi Şehir Planlama bölümünü kazandığımda çizimle alakalı sanıyordum ama öyle çıkmadı.
“Güncel sanat insanlarını gece kulübünde sahneye çıkardım”
Üniversiteyi kazanınca İstanbul’a ilk kez mi geldin?
Evet. İstanbul’a geldikten sonra asıl sevdiğim; müzik, tiyatro gibi şeylerin nerede olduğunu araştırmaya başladım. Zen diye çok sevdiğim bir grup vardı o zaman. Zen’in Peyote diye bir yerde çıktığını biliyordum ve Balıkesir’den geldiğimde onları gidip dinleyeceğim demiştim. Gündüzlerimi sergilerde gezerek geçiriyordum. Sonra İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nda Phil Collins’e asistanlık yapmaya başladım. Onunla beraber iki güzel proje geliştirdik. İkisi de dünya çapında ünlü hale geldi.
Phil’le aylarca çalışıp beşer kilo da verdikten sonra Phil bana, “Seni asistanım olarak değil, iki projeye de producer olarak yazacağım” dedi. Bu projeler biraz dikkat çekmiş olmalı ki, Vasıf Kortun beni Platform’a çağırdı. Ve ben orada çalışmaya başladım. Bir yandan da Bilgi Üniversitesi’nde Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi bölümüne devam ettim.
İstediğin bölüme başlayarak özüne geri döndün yani…
Evet, özüme geri döndüm. Vasıf’la çalışmadan önce müzikle de uğraştım bir ara. Balans, Studio Live’da elektronik müzik diye bir şey başlattım. Myspace’te dinlediğimiz insanları sahnede görelim, gösterelim istedim. Güncel sanat insanlarını gece kulübünde sahneye çıkartarak Art on Stage diye bir şey yaptım.
Oradan sonra Platform’da başladım. Bir yandan kendi projelerimi dışarıda da yapıyordum. Başka küratörler beni bir yerlere öneriyordu, yurtdışına eğitimlere gidiyordum. Bir gün Vasıf Kortun, “Derya, tatlım sen Platform’da full-time çalışmıyorsun, sürekli kendi projelerinin peşindesin. Bence senle yollarımızı ayıralım, sen tamamen kendi projelerine odaklan” dedi. Platform’da bir şekilde bana yetmeyen bir şey vardı. Sonuçta ne olursa olsun, belli bir yaratıcılığın belli bir yerinde kalıyor insan o zamanlar.
“İyi bir şey keşfedince, herkesin duymasını istiyorum”
Tam bu sıralar artık Galeri Non’u kurma dönemi sanırım.
Evet, kendimi yavaş yavaş galeri dünyasında buldum. Küçüklükten beri en iyi yaptığım şey; dünyanın her yerinde yeni ve geleceğin müziği olan insanları keşfetmekti. Sonra onları buradaki DJ veya festival yapan arkadaşlarıma söylerdim. Onlar da önce radyolarda çalmaya başlar, sonra başka arkadaşlarımız da festivale getirirdi. Onu bu sefer güncel sanatta yapmaya başladım.
Head hunting (yetenek avcısı) diyebiliriz. İyi bir şeyi keşfedince, herkesin duymasını istiyorum. Galeri Non’la beş-altı yıl devam ettim. Ama bu altı yıllık galeri hayatı, hiç dışarıdan göründüğü gibi değildi. Bir kere özel hayat diye bir şey yok. Çünkü sürekli seyahat ediyorsun. Sürekli yarış atı gibisin. Ben buna uluslararası bir galeri olma hedefiyle başladım. Yani Art Basel’e, Frieze’e gireceksin. Bir yerden sonra ben keyif aldığım şey dışında, kendi içinde acayip hırslı bir şey yarattım. Örneğin yurtdışında yaptığım bir şeyle ilgili LA Times yazıyorsa, New York Times niye yazmadı diyordum. Niye TATE’in küratörleri beğenmedi, niye onlar bir yorum yapmadılar diye diye, hırs küpü bir insana dönüştüm.
“Kariyerimin çok iyi bir noktasında her şeyi bıraktım”
İnsanı çok yıpratan bir şey olmalı…
O sırada bence insan ilişkilerimi de çok yordum. Geriye dönüp baktığımda bunu fark ediyorum. Çünkü insan hayatının aşkı işi olunca, sadece iş odaklı bir kafayla düşünüyor. Ve ona bağlı olarak birçok şeyi değerlendiriyor. Zaman o kadar kıymetli ki, sadece işine yarayacak insanlarla görüşür hale geliyorsun. ‘İşe yaramak’ diye bir terim varsa; hayat, insanı o hale getiriyor.
Bir bakıyorsun ki; çocukluk arkadaşımla buluşacağıma X kişi gelmiş Londra’dan onunla buluşayım ya da işte Z sanatçıyla başka bir galerici görmeden onunla bir yemek yiyeyim diyorsun. Böyle böyle derken yıllar geçiyor ve sen sadece koşuyorsun. Ve aslında aşk ile yaptığın şeylerde, bir yerden sonra senin de sadece ‘işe yarar’ bir insan olduğunu fark ettiğinde bir aydınlanma yaşıyorsun. Bir saniye bu insanlar galiba sadece Derya’yım diye sevmiyor, ben ‘işe yarar’ bir Derya’yım!
Bunların hepsi olup biterken, kariyerimin çok iyi bir noktasında her şeyi bıraktım. Hatta komik bir hikaye anlatayım. Bütün bu dengem bozulunca, bunların hepsi yanlışmış, mutluluk, başarı bu değilmiş noktasına gelince öyle bir tükenmişlik sendromu yaşadım ki, o sendromu yaşarken ben; New York Armory Show’da ana sanatçıyı temsil eden, Avrupa’da birçok müzeye, bir galericinin hayali olan MoMA New York’a üç iş satmış bir insanken; bu müzelerin e-maillerine cevap vermeyen ve yataktan çıkmayan bir insan oldum. Olacak iş değil!
“İnsan sanatını önce kendime yaptım”
Peki bu halin üstesinden gelme sürecin nasıl oldu?
Bu dönemim birkaç aydan birkaç yıla doğru evrilmeye başladı. Psikolojik olarak çöktüm. Öyle bir bunalımın içindeyim ki, bildiğin doktorluğum… Amma velakin öylece duruyorum. Bayağı yanlış anlaşılmalar da oldu. Çünkü ne telefonlara ne maillere çıkıyorum. Bilgisayarıma neredeyse sekiz ay bakmamışım. Ben yavaş yavaş kendimi başka bir yere aldım. Cihangir’de bütün yurtdışı konukların da kalabileceği bir evde yaşıyorduk. Orayı kapatıp Emirgan’da bir daireye yerleştim ve her şeyi baştan yaratmaya başladım.
Bana yeni bir ben, yeni bir Derya lazım dedim. Kendi kendime deneme yanılma yöntemiyle yapmaya başladım. Bir sürü şeyi deneyerek, okuyarak, insanlarla tanışarak bambaşka bir insan haline geldim. Bu değişim sürecime ‘kelebek kozası’ diyorum ben. Bu koza sürecinde, neredeyse iki yıl içinde 10 yaş filan gençleştim. Tüm bunları yaparken, bu kadar da uzun sürmemeli ya da daha kolay bir yöntemi olmalıydı diye düşündüm. İnsanların bu kadar tükenmişlik sendromuna girmeden çözüm yollarına başvurması ve hayatlarını değiştirmeleri gerektiğinin ayrımına varmaları için de Human Art’ı kurdum.
“Bu son iki yılda kendime bir sanat eseri özenini ilk kez gösterdim”
Human Art birçok insanın farklı ihtiyacına cevap verecek eğitimlerden oluşuyor. Human Art nedir?
Bu son iki yılda kendime bir sanat eseri özenini ilk kez gösterdim. Ben projelerde çok detaylı çalışan, çalışkan bir küratör ve galericiydim. Bu sefer o çalışkanlığımı, kendimi bir proje gibi ele almaya harcadım. Yani insan sanatını önce kendime yaptım diyebilirim. Arkadaşlarım da çok iyi bilir bunu. Kısa sürede birçok arkadaşımla da kendi hayatınızın sanatçısı olmak üzerine çoğalan bir güruh haline geldik.
Baktım ki insanlar bana sürekli soruyor. İnsanlara bir şeyler verdiğimde onların değiştiğini görüyorum. Benim zaten en iyi yaptığım şey, bir şeyi iyi yapan insanı bulmak ve doğru platformlarda, onları doğru insanlara göstermek ve temsil etmek. Böylelikle Human Art’ı başlattım. Human Art’ın eğitmenleri, bu iki yıl boyunca bana beslenmemde, ilişkilerimde önder olmuş insanlardan oluşuyor.
Human Art eğitimlerinde insanlar hangi sorularına cevap buluyor?
Human Art’a gelen insanların, “Benim potansiyelim ne?”, “Benim hayal ettiğim en üst versiyonum ne?”, “Ben kendimde neyi sevmiyorum?”, “İşimde başarılıyım ama arkadaşlarımla iletişim şeklimi mi sevmiyorum?” gibi aklınıza gelebilecek her şeyi dolduracak eğitimler tasarlıyorum. Bunun ilk olarak bireylere ulaşmasını istediğim için de ilk yıl bireysel seanslarla başladım. Sonra bazı şeylerin gruplarla daha iyi olduğunu anlayınca grup derslerine dönüştü. Kurumsal eğitimlerimiz de var.
“Kurumların taleplerine özel Human Art çözümleri geliştiriyoruz”
Kurumsal eğitimleri nasıl planlıyorsunuz, nasıl içerikler var?
Öyle kurumlar hayal ediyorum ki Human Art yaşam şeklini sahiplenirken, hem çalışanlarını hem de hizmet götürdüğü kişileri gözetsin. Öyle kurumlar hayal ediyorum ki insanlar bu kurumlarda çalışmak için can atsın, çalışanlarının hayatlarındaki değişimler için. Bir süredir bu hayaller için Human Art temsilindeki eğitmenler ile çok farklı alanlarda programlar hazırlıyoruz.
Vereceğimiz arabuluculuk hizmetleri, mindfulness için hazırladığımız alanları, kurumsal hayat ve şirket içi mekana uygun hazırlanmakta olan fitness protokolümüzü, yat kulüplerini, koşu kulüplerini, kurumsal yemekhaneler ile iş birliğinde ilerleyecek olan menülerin hayata geçtiği kurumları düşündükçe hepimiz çok heyecanlanıyoruz.
Bunun dışında kurumların özel taleplerine de farklı Human Art çözümleri geliştiriyoruz. Şirketler ile konuşmalarımızdan gözlemlediğimiz, şaşırdığımız çok farklı çözüm aranan konu karşımıza çıkıyor; yöneticilik örneğin, iyi bir kariyer ile erkenden geldiğinde çalışanları çok zorlayabiliyor, ya da bir kişinin ekip arkadaşlarına zor mesajları iletmesi. En basitinden bir şehir dışı buluşmasında çalışanların tanımadığı meslektaşları ile küçük sohbetler etmesi dahi huzursuzluk verici olabiliyor.
Odak konu bize iletilince elimizdeki 10’larca farklı yöntemi ve ustalarını sentezliyoruz. Bazen birden fazla eğitmen ile, işte bu dediğimiz formülü buluyoruz. Human Art Club üyesi olacak kurumları biz ayrıca Human Art yaşam şeklinin daha çok insana ulaşması için partnerlerimiz olarak görüyoruz. Onlarlar birlikte hizmet verdikleri kişilere ulaştırabileceğimiz online ve offline projeler planlıyoruz.
“Eskiden çok daha kısa nefesler alıyordum; şu anda sakin, derinlemesine nefesler çok alıyorum”
İki sene önceki sen ile şimdiki sen arasında nasıl farklar var?
En büyük fark, anda olmam. Çünkü bir önceki hayatımda hep bir havuç vardı ve ben o havuca doğru gidiyordum. Bu bir ödülle alakalı bir şeyse, benim kafam atari oyunu gibi bir sonraki oyunu düşünüyordu. O anı hep ıskalıyordu. En büyük fark gerçekten anın tadını çıkarıyor olmam diyebilirim. Onun dışında vücudundaki şeylerin azalması. Mesela eski zamanda x konuyla ilgili bende bir panik yaşanabilecekken şu anda bunun gibi şeyler olmuyor. Daha sakin bir şekilde çözüm ne olabilir, a yoksa b’de ne yapılabilir, çok daha farklı bir içsel liderlikle yaklaştığımı görüyorum. Nefes alışlarım çok değişti. Eskiden çok daha kısa nefesler alıyordum; şu anda sakin, derinlemesine nefesler çok alıyorum.
Eğitimlerin içeriğinden bahseder misin?
Pazartesi günleri Qigong ile İçsel Liderlik eğitiminde, bedensel olarak bütün meridyen sistemi açılıyor, chi akışı düzenleniyor. Sen ertesi gün bambaşka birisi olarak uyanıyorsun. Bunu devam ettirdiğinde de belli kronik sağlık sorunların da ortadan kalkıyor.
Sağlıklı beslenmek isteyip de bir türlü sağlıklı beslenemeyen insanlar, Pınar Taşkınlar’ın eğitmeni olduğu Food & Mood’a gelebilir. Kilo problemi olduğu için gelenler oluyor. Aslında hepsi aynı. Sen bir yerden bir şey çözmeye başladığında bambaşka bir şey açılıyor. Pınar sana öyle bir şey anlatıyor ki, “Glüteni şu andan itibaren yemiyorum” diyebiliyorsun. Ya da sigarayı bırakmak için de gelebilirsin Human Art’a.
Zenergy dediğimiz hareketli meditasyon dersini Meral Erduran veriyor. Sinematerapi eğitimimizi Şule Öncü veriyor. Her geçen gün izleyicimiz artıyor. Şule Hanım, aldatma, cinsellik gibi konuların farklı örneklerini bir araya getiriyor. Her konuda bambaşka bir bakış açısı veriyor. Bir psikoterapistin olaylara nasıl baktığını anlayabiliyoruz.
Bu ay, Byron Katie’nin dünyaca ünlü The Work isimli çalışmasını Nur Üner ile birlikte yapacağız. Nur Hanım, hem Türkiye’deki hem uluslararası The Work eğitmenlerinin biriciklerinden. Ana kurulda üç kişi var, biri de Nur Üner. Nur Hanım bu eğitimi kabul ettiği için çok şanslıyım.
“Atölyeleri podcastlerle sunacağız”
Birçok kişisel gelişim kursu, atölyesi var. Human Art’ın en büyük farkı ne?
Ben inanmadığım bir şeyi, sizin işinize yarayacak diyemem. Birisi bir eğitime gelsin ve “öylesine bir şey dinledim” deyip gitsin istemiyorum. Gerçekten oraya gelen kişinin kafasında bir şeyler olsun, biz gerçekten o insana dokunalım istiyorum. Buradan çıktıktan sonra değişmeye yönelik bir şey olması gerekiyor.
Grup eğitimleri Zorlu PSM’de gerçekleşiyor. Mekan değiştirmeyi düşünüyor musunuz?
Mayıs ayına kadar PSM’deyiz. Yaz için başka bir yer düşünüyoruz. Kamplarımız da şu an kuruluyor. Özellikle kurumsallar için de çok güzel inziva programları hazırlıyoruz.
Bireysel seansları nerede, nasıl yapıyorsunuz?
Gelecek sene sabit bir yerimiz olacak ve seanslarımızı orada yapacağız. Şu an hocaların halihazırda kullandığı yerlerde yapılıyor. Mesela İrem enerji seanslarını kendi evinde yapmayı çok seviyor. Astroloğumuz Nişantaşı’nda bir otel lobisini çok seviyor, orada yapıyor. Bedenle ilgili eğitimlerde hocalarımız daha çok parkları tercih ediyor. Qigong’u mesela bebek Parkı’nda çok yapıyoruz.
Human Art’ın bundan sonraki aşamalarında neler göreceğiz?
Yakında Karnaval ortaklığında bir radyomuz oluşuyor. İsmi Human Art. Böylelikle sadece eğitimlere gelen insanlar değil, dinleyiciler de Human Art ile tanışacak. Bu atölyelerin farklı versiyonunu önce podcastlerle sunacağız. Sonra da sonbahardan itibaren açıp dinleyebileceğiz.